Yabancı Mahkeme Kararlarının Tenfizinde Özellik Arz Eden Bazı Durumlar

Yabancı Mahkeme Kararlarının Tenfizinde Özellik Arz Eden Bazı Durumlar

I. Yabancı Mahkeme Kararının Gerekçesiz Olması

Yabancı mahkeme kararının tenfizinde kamu düzeni müdahalesi yönünden özellik arz eden ve Türk hukukunda uzun süre tartışmalı olan bir konu, yabancı mahkeme kararının gerekçesiz olması hâlinde tenfiz talebinin reddedilip reddedilmeyeceğidir. 

Konuya ilişkin olarak Yargıtay daireleri uzun yıllar birbirinden farklı kararlar vermiştir. Örneğin Yargıtay Temyiz Ticaret Dairesi, 01.04.1961 tarihinde Alman usul hukukunda kabul edilen ve Türk hukukunda karşılığı olmayan ihtarlı basit dava usulü (“mahnverfahren”) gereğince verilen kararda gerekçe bulunmamasını 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Türk hukukunun esaslarına aykırı bulmuş ve tenfiz talebini reddetmiştir[1]. Ancak öğretide anılan karar, kararın gerekçeli olup olmamasının kararın verildiği ülke hukukuna göre belirleneceği; Türk usul hukuku kurallarına göre kararda yer alması gereken unsurların bulunmamasının kamu düzenine aykırı olmayacağı; ihtarlı basit dava usulünde Alman usul kurallarının gerekçe teşkil ettiği gibi nedenlerle eleştirilere maruz kalmıştır[2]. 

Yargıtay 2. HD, 30.06.1999 tarihli bir kararında, Avustralya Sidney Aile Mahkemesince gerekçesiz ve geçici nitelikte verilen boşanma kararının -boşanmaya neden olan maddi vakıa ve delillerin gösterilmemesi nedeniyle- Türk kamu düzenine aykırı olduğuna karar vermiştir[3]. Yargıtay 13. HD ise, 05.12.2001 tarih ve 2001/9007 E. 2001/11406 K. sayılı kararında, 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun md. 34 ve devamında düzenlenen tanıma ile tenfiz şartlarının araştırılıp denetlenebilmesi için yabancı mahkeme kararında gerekçe olması gerektiğini, gerekçesiz kararlarda bu yönde bir denetim yapılamayacağını belirtmiştir[4]. 

Buna karşılık Yargıtay 2. HD, 08.06.2006 tarih ve 2006/2612 E. 2006/9147 K. sayılı kararında, yabancı mahkeme kararında gerekçenin yer almamasının kamu düzenine aykırılık olarak değerlendirilemeyeceğine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, “Yabancı mahkeme kendi usul kuralları içerisinde hükmünü kurmuştur. ( Lex Fori ) Yabancı unsurlu davalarda yargılamaya ilişkin sorunlar hakimin kendi kanununa tabidir. Yabancı ilamın Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasasının 388. maddesindeki unsurları ihtiva etmemesi kamu düzenine açıkça aykırılık olarak kabul edilmemelidir. Mahkemece; tenfize karar verilmesi gerekirken hüküm gerekçeden yoksun olduğundan söz edilerek yazılı şekilde ret hükmü kurulması usul ve yasaya aykırıdır” ifadelerine yer verilmiştir[5]. 

5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun döneminde ise, gerekçesiz yabancı mahkeme kararlarının tenfizinde Yargıtay hukuk dairelerinin birbirinden farklı ve kendi arasında çelişkili kararlarıyla ilgili çözüm bulunması amacıyla içtihatların birleştirilmesi talep edilmiştir. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu, 10.02.2012 tarih ve 2010/1 E. 2012/1 K. sayılı kararında, uyuşmazlık konusunu “Yabancı mahkeme kararlarının salt gerekçesinin bulunmamasının kesinleşmiş yabancı mahkeme kararının tenfizine engel olup olmayacağı, bu hususun 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunun 54/c maddesi anlamında kamu düzenine açıkça aykırılık sayılıp sayılmayacağı” olarak tespit etmiştir[6]. YİBBGK, öncelikle mahkeme kararlarının gerekçeli olmasına ilişkin Türk hukukundaki kanuni düzenlemelere ve milletlerarası hukukta kabul edilen tanıma ile tenfiz şartlarına değinmiş, ardından tenfiz ve kamu düzeni kavramlarına ilişkin açıklamalara yer vermiştir. Kararda kamu düzeni kavramı, “toplumun temel yapısını ve çıkarlarını koruyan kuralların bütünü” şeklinde tanımlanmıştır. Bu kapsamda kararda, yabancı bir mahkeme kararının kamu düzenine aykırı olup olmadığının tespitinde esas alınması gereken ölçütün, “yabancı ilamın Türk Hukukunda bir veya birden çok kanun hükümlerine aykırı bulunmasından çok, Türk Hukukunun temel değerlerine, Türk genel adap ve ahlak anlayışına Türk kanunlarının dayandığı temel adalet anlayışına ve hukuk siyasetine, Anayasa ‘da yer alan temel hak ve özgürlüklere milletlerarası alanda geçerli ortak ve kabul görmüş hukuk prensiplerine, ikili anlaşmalara, gelişmiş toplumların ortak benimsedikleri ahlak ve adalet anlayışına, medeniyet seviyesine siyasi ve ekonomik rejimine bakmak” olduğu belirtilmiştir. 

YİBBGK, Türk hukuku ile milletlerarası hukukta mahkeme kararlarının gerekçeli olması hususunun birbirinden farklı değerlendirilmesi gerektiğini, “Devletler Özel Hukuku’nun yabancı mahkeme kararlarının gerekçesine yaklaşımı Medeni Usul Hukuku ile aynı değildir. Kararın gerekçesi, kararı veren hâkimin mensup olduğu devletin usul kanunlarına tabi olup, kural olarak başlı başına bir kamu düzenine aykırılık teşkil etmesi aykırılık yaratmayacaktır” şeklinde ifade etmiştir. Başta Anayasa md. 141 olmak üzere, hukukumuzda kararların gerekçeli olması gerektiğine ilişkin düzenlemelerin yabancı mahkeme kararları için geçerli olmadığına işaret eden Kurul, bu hususu “Anayasanın 141. maddesinin yargılama usulüne ilişkin olarak koyduğu ilkelerin, münhasıran Türk Mahkemeleri için geçerli olacağı açık ve tartışmasız kabul edilen bir belirlemedir. Türk Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun, şekli ve maddi içeriğini belirlediği “gerekçe” bilindiği üzere “Türk Usul Hukuku anlamında” bir gerekçedir. Bu içerikteki bir gerekçenin yabancı mahkeme kararında da bulunmasını istemek veya aramak şüphesiz lex fory prensibi ile de bağdaşmayacaktır. Öncelikle bu içerikteki bir gerekçe, Anayasaya değil fakat Türk Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na ait bir gerekçedir.  Türk Usul Kanunu’nun eski 388, yeni 297. maddesinde sayılan şekli ve maddi unsurların yabancı bir mahkeme kararında da yer almasını beklemek ve aramak, neticede bu unsurlardan birinin veya bir kaçının mevcut olmaması halinde bunu düşünerek tenfize uygun yabancı bir mahkeme ilamının tenfizini engellemek anlamına gelir. Bu çeşit bir düzenleme Milletlerarası Usul Hukukunun ve Türk Tenfiz Hukuku’nun kabul edemeyeceği bir görüş ve anlayış biçimidir” şeklinde gerekçelendirmiştir. 

Nihayet YİBBGK, yapılan değerlendirme sonucunda “Yabancı mahkeme kararlarının salt gerekçesinin bulunmamasının kesinleşmiş yabancı mahkeme kararının tenfizine engel olmayacağına ve bu hususun 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunun 54/c maddesi anlamında kamu düzenine açıkça aykırılık sayılmayacağına” oy çokluğuyla karar vermiştir[7]. İçtihadı birleştirme kararları, 2797 sayılı Yargıtay Kanunu md. 45 gereğince benzer hukuki konularda Yargıtay genel kurulları, daireleri ve adliye mahkemeleri için bağlayıcı olacağından, verilen kararla gerekçesiz yabancı mahkeme kararlarının tenfiziyle ilgili içtihat farklılığı ortadan kaldırılmıştır. 

Öğretide söz konusu karar kimi yazarlarca isabetli bulunurken[8], kimi yazarlar ise kararı çeşitli açılardan eleştirmişlerdir. Şanlı, Esen ve Ataman Figanmeşe, Yargıtay kararında ulaşılan sonucun hatalı olduğuna ilişkin görüşünü “…mahkeme kararlarında gerekçe, demokratik hukuk devletinin bir gereğidir. Keyfiliği önleyecek yegâne ilke, kararların gerekçeli olmasıdır. Gerekçe ile kararın dayandığı maddi ve hukuki dayanaklar anlaşılır hale gelir. Ve, bir kararın adalete muvafık olup olmadığı da gerekçeye bakılarak söylenebilir. Bu sebeple, Anayasanın 141. maddesindeki ilke, Anayasada yer alan temel bir yargılama ilkesidir ve Türkiye’de etki tanınacak yabancı mahkeme kararları bakımından da geçerli ve bağlayıcıdır” şeklinde ortaya koymuştur[9]. Dolunay, Anayasa md. 141/3’te mahkeme kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğine ilişkin hükmün bağlayıcı ve üstün olduğunu öne sürerek karara katılmadığını belirtmiştir[10]. Güven ise, Yargıtayın yabancı mahkeme kararında gerekçe olmamasının tek başına kamu düzenine aykırılık teşkil etmediği yönündeki kanaatine katılmakla birlikte, her somut olaya ilişkin ayrıca inceleme yapılması gerektiğini “kararın gerekçesiz olması temel savunma hakkının ihlali, daha genel bir ifade ile temel hak ve özgürlüklerin ihlali, adil yargılanma hakkının ihlali sonucunu doğuruyorsa kamu düzeni kapsamında değerlendirilmelidir” şeklinde ifade etmiştir[11]. 

Tiryakioğlu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi md. 45’te Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının gerekçeli olmasının hüküm altına alındığını, bu doğrultuda gerekçeli karar hakkının adil yargılanma hakkının temel unsurlarından biri olduğunu, mahkeme kararındaki gerekçe ile kanun yollarına başvurma hakkının gereği gibi işletilebileceğini vurgulamış; mahkeme kararında gerekçe yer almamasının veya var olan gerekçenin yetersiz olmasının adil yargılanma hakkı ihlali olacağını belirtmiştir. Açıklanan nedenlerle karara katılmadığını ifade eden Yazar, içtihadı birleştirme kararının bağlayıcı olması nedeniyle yabancı mahkeme kararlarıyla ilgili kanun değişikliği yapılmasını önermiş ve görüşünü “yabancı bir mahkeme kararının, tarafların kanun yollarına başvurmasını engelleyecek şekilde bir gerekçesinin bulunmamasının başlı başlına tanıma ve tenfiz engeli oluşturacağı ya da kamu düzenine aykırılık teşkil edeceği öngörülmelidir” şeklinde ortaya koymuştur[12]. 

Türk hukukunda kabul edilen revizyon yasağı gereğince, hâkimin tenfiz incelemesi yalnızca yabancı mahkeme kararının hüküm fıkrasıyla sınırlı olup, kararın içeriğine ilişkin bir inceleme yapılması mümkün değildir. Bu bağlamda, hâkim, yabancı ülkenin yargı organının gerekçesini inceleme imkânından yoksundur. Ancak gerekçesiz yabancı mahkeme kararlarının tenfizinde kamu düzeni müdahalesi sorununun bir içtihadı birleştirme kararıyla çözülmesi kanaatimizce yerinde olmamıştır. Zira yabancı mahkeme kararında yer alan hükmün Türk kamu düzenine aykırı olup olmadığı her somut olayın özelliğine göre değişebilir ve bazı durumlarda hâkim, dosya kapsamı ve mahkeme hükmünü bir arada ele alarak kamu düzenine aykırılık hakkında bir kanaate varacak olabilir. Ancak Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun gerekçesiz yabancı mahkeme kararlarını bir nevi kategorize ederek verdiği kararı bağlayıcı olduğundan, kanaatimizin yürürlükteki hukuk bakımından uygulanması mümkün gözükmemekte ve kanun değişikliği olmadıkça da bu türden kararların doğrudan kamu düzenine aykırı olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.

II. Talak Yoluyla Boşanma Gerçekleşmesi

Talak, İslam hukukunun uygulandığı ülkelerde kabul edilen bir boşanma usulüdür. Talak kelimesi “Evliliğin sona ermesi, erkeğin karısını boşaması” anlamını taşımaktadır[13]. Ayrıca talak “salıvermek”, “bir şeyden elçekmek” anlamlarında da kullanılmaktadır[14]. İslam hukuku kurallarına göre talak, erkeğin üç kez tekrarlanan tek taraflı irade beyanı ile eşinden boşanmasını ifade etmektedir[15]. Bilindiği üzere Türk hukukunda boşanma sebepleri sınırlı sayıda olup 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu md. 161 ila 166 arasında düzenlenmiştir. Hukukumuzda TMK’de sayılan sebepler dışında eşlerin başka bir sebebe dayanarak boşanma talep etmesi mümkün değildir[16]. Ayrıca Anayasa md. 10 ile 41’de güvence altına alınan eşitlik ilkesi uyarınca eşler evlilik birliğinde eşit hak ve yükümlülüklere sahiptirler. Bu durumda, İslam hukuku kurallarının uygulandığı bir ülkede boşanmanın talak yolu ile gerçekleşmesi hâlinde, boşanma kararının ülkemizde tanınıp tanınmayacağı sorunu gündeme gelmektedir.

Hukukumuzda, erkeğe tek taraflı irade beyanıyla boşanma imkânı veren yabancı ülkelerden alınan boşanma kararlarının Türkiye’de tanınmasının mümkün olmadığı, zira bu kararların kadının iradesini yok sayması nedeniyle kamu düzenine aykırılık teşkil ettiği kabul edilmektedir[17]. Nitekim benzer bir duruma ilişkin olarak Yargıtay 2. HD, 25.12.2018 tarih ve 2018/3127 E. 2018/15305 K. sayılı kararında, erkeğe notere başvuru yaparak tek taraflı irade beyanıyla boşanma olanağı tanıyan yabancı bir mahkeme kararının tanınması talebini reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, “Dosyaya sunulan belgelere göre, mahkeme kararı uyarınca erkek tarafından notere başvurulması üzerine noter tarafından boşanma belgesi düzenlendiği anlaşılmaktadır. Yabancı mahkemece tarafların boşanmalarına karar verilmemiş, erkeğe üç ay süreyle geçerli olmak üzere notere başvurmak için boşanma yetkisi verilmiştir. Davacı erkek notere başvurmuş ve noter tarafından boşanma belgesi düzenlenmiştir. Bu durumda ortada yabancı mahkemece verilmiş bir boşanma kararı bulunmamaktadır. Tarafların boşanmalarına, yabancı mahkemece karar verilmeyip üç ay süreyle geçerli olmak üzere, erkeğe notere başvurmak suretiyle tek taraflı irade beyanıyla boşanma yetkisinin verilerek kadının iradesinin yok sayılması niteliğindeki karar, Türk kamu düzenine açıkça aykırılık teşkil etmektedir. Bu itibarla yabancı mahkeme kararının tanınmasına karar verilmesi olanağı bulunmamaktadır” ifadelerine yer verilmiştir[18].

Kocanın tek taraflı iradesine karşı çıkan ve boşanmak istemeyen kadının beyanına rağmen talak yoluyla boşanma kararı verilmesi durumunda, bu kararın Türkiye’de tanınması kamu düzeni yönünden kabul edilemez sonuçlar doğurabilir[19]. Zira Anayasada güvence altına alınan eşitlik ilkesi ve adil yargılanma hakkı Türk kamu düzeni açısından vazgeçilemez unsurlardan olup, kadının iradesinin tamamen göz ardı edildiği bir mahkeme kararının tanınması, bu değerlere ve dolayısıyla kamu düzenine açıkça aykırılık teşkil edecektir.

Bununla birlikte, talak yoluyla boşanmanın kabul edildiği ülkelerde, kadının erkeğin tek taraflı irade beyanına karşı çıkmaması ve kendisinin de boşanmayı istemesi hâlinde, taraflar hakkında yabancı mahkemece verilen boşanma kararına kamu düzeni müdahalesinde bulunulması yerinde olmayacaktır[20]. Zira dava sırasında her ne kadar kendisinin beyanı alınmadan karar verilmiş olsa da, kadının bu kararın Türkiye’de tanınması veya tenfizini talep etmesi, onun da boşanma yönündeki iradesini ortaya koyduğu şeklinde yorumlanmalıdır. Türk mahkemeleri önüne gelen somut bir uyuşmazlıkta, Suudi Arabistan vatandaşı erkek ile Türk vatandaşı kadın arasında evlilik birliği talak usulüyle sona ermiş, yabancı mahkeme tarafından bir talak senedi düzenlenmiş ve karar o yer hukukuna göre kesinleşmiştir. Bunun üzerine Türk vatandaşı kadın, kararın Türkiye’de tanınmasını talep etmiştir. İlk derece mahkemesi, uygulanan hukuk Türk kamu düzenine aykırı olmakla birlikte, kararın tanınmasının kadın yönünden kamu düzenine aykırı sonuçlar yaratmayacağı kanaatine vararak kadının tanıma talebini kabul etmiştir[21]. Kanaatimizce, talak usulüyle verilen boşanma kararının o ülke hukukuna göre mahkeme kararı niteliği taşıdığı ve kararın usulüne uygun olarak kesinleştiği durumlarda, mahkemece, erkeğin tek taraflı irade beyanı karşısında kendisi de boşanmak isteyen kadının menfaati -somut olayın özellikleri de göz ardı edilmeksizin- dikkate alınarak tanıma kararı verilebilmelidir.

III. Cezalandırıcı Tazminata Hükmedilmesi

Yabancı mahkeme kararlarının tenfizinde özellik arz eden bir diğer husus, Amerikan hukuku sisteminde kabul edilen cezalandırıcı tazminat (“punitive damages[22]”) öngören kararların Türkiye’de tenfiz edilip edilemeyeceğine ilişkindir.

Özel hukuk cezası olarak anılan cezalandırıcı tazminat, telafi edici tazminata ek olarak haksız fiilde bulunan davalıyı niteliği itibarıyla korkutmak ve caydırmak amacıyla öngörülen bir tazminat türüdür[23]. Öğretide, Türk hukukunda kambiyo suçları hakkında verilen bazı kararlar ile Amerikan hukukundaki cezalandırıcı tazminat öngörülen kararların, cezai niteliği bulunan, davalıyı caydırma ve korkutma amacı taşıyan parasal tazminat hükümleri içeren kararlara örnek teşkil ettiği ifade edilmiştir[24]. Bu bağlamda, özel hukuk cezası niteliğinde olan ve genellikle haksız fiil sorumluluğunda gündeme gelen cezalandırıcı tazminata ilişkin kararların Türkiye’de tenfizinin mümkün olup olmadığı, tazminat hukukunda kabul edilen ilkeler ve tenfizin ön şartları çerçevesinde değerlendirmeye tabi tutulmalıdır.

Öğretide, Türk hukukunda kabul edilen haksız fiil tazminatının işlevi ile cezalandırıcı tazminatın işlevinin birbirinden farklı olduğu savunulmuştur[25]. Nitekim hukukumuzda haksız fiile ilişkin hükümler uyarınca zarar görene ödenmesi gereken tazminat cezalandırma amacı taşımamakta, aksine zarar görenin uğradığı zararın telafi edilmesi öngörülmektedir. Buna karşılık cezalandırıcı tazminat, telafi amacının ötesine geçerek haksız fiilde bulunan kişiye ayrıca bir medeni hukuk yaptırımı uygulanmasını ve bu kişinin cezalandırılmasını sağlamaktadır. Bu nedenle Amerikan hukukunda cezalandırıcı tazminata ilişkin verilen kararların Türkiye’de tenfizinin mümkün olmadığı kabul edilmektedir[26].

Tenfizin ön şartları kapsamında yapılan değerlendirmede ise, MÖHUK md. 50 uyarınca Türkiye’de tenfiz edilebilecek kararların hukuk davalarına ilişkin olması gerektiği vurgulanmış; bu kapsamda cezalandırma amacı taşıyan tazminat kararlarının bu ön şartı sağlamadığı belirtilmiştir. İleri sürülen bu görüş, ceza hukuku alanında ülkesellik ilkesinin kabul edilmesi ve buna bağlı olarak söz konusu kararların başka ülkelerde hüküm ve sonuç doğuramamasına dayanmaktadır[27].

Yabancı mahkeme kararlarının tenfizine ilişkin özellik arz eden başka bir konu da, Amerikan hukukunda uygulanan RICO Kanunu uyarınca verilen kararların Türkiye’de tenfiz edilip edilemeyeceği sorunudur. Nitekim öğretide, Amerika’da organize suçlarla mücadele kapsamında düzenlenen ve ekonomik ceza hukuku karakterli olduğu belirtilen RICO Kanunu uygulanarak[28] üç katı tazminat ödenmesine hükmedilen kararların, Türk hukukundaki haksız fiil sorumluluğu ilkelerine aykırı düşmesi nedeniyle kamu düzeni müdahalesine uğrayacağı kabul edilmiştir[29]. Öte yandan RICO Kanununda düzenlenen fiillerin Türkiye’de ağırlıklı olarak ceza hukuku alanıyla bağlantılı olması ve bu fiillere ilişkin 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yaptırımlar öngörülmesi nedeniyle MÖHUK md. 50’de belirtilen şartları sağlamayan yabancı mahkeme kararının tenfiz edilemeyeceği ileri sürülmüştür[30].

Buna karşılık öğretide bir başka görüş, 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun md. 58’de rekabetin korunması amacıyla öngörülen üç katı tazminatın cezalandırıcı tazminat niteliğinde olduğunu savunmaktadır. Bu bağlamda, MÖHUK md. 38’de yer alan “Türkiye’de rekabetin engellenmesine yabancı hukuk uygulanan hâllerde, Türk hukuku uygulansaydı verilecek tazminattan daha fazla tazminata hükmedilemez” şeklindeki hükmün, rekabetin engellenmesine ilişkin davalarda yabancı hukukun sınırını çizdiğini ileri süren bu görüş, cezalandırıcı tazminat hükmü içeren yabancı mahkeme kararlarında anılan düzenlemelerin gözetilerek doğrudan kamu düzeni müdahalesine başvurulmaması gerektiğini ifade etmektedir[31].

Tazminat hukuku ilkeleri gözetildiğinde, kanaatimizce, cezalandırıcı tazminat kararlarının tenfiz edilemeyeceğini ileri süren görüş yerindedir. Zira Amerikan hukukunda kabul edilen cezalandırıcı tazminatın işlevi ve niteliğinin, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu md. 49 ve devamında öngörülen hükümlerle bağdaşmadığı açıktır. TBK md. 49’da başkasına hukuka aykırı bir fiille zarar veren kişinin, bu zararı gidermekle yükümlü olduğu hüküm altına alınmıştır. Bununla birlikte, tazminatın üst sınırını uğranılan zarar oluşturmaktadır[32]. Kaldı ki kanun koyucu, haksız fiille başkasına zarar veren kişiyi medeni olarak cezalandırmayı veya zarar göreni zenginleştirmeyi amaçlamamıştır[33]. TBK md. 52 uyarınca, hâkim, haksız fiilden doğan zarara ilişkin tazminatın kapsamını ve ödenme biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirleyecektir. Açıklamalarımız ışığında cezalandırıcı tazminata ilişkin hükümlerin yer aldığı yabancı mahkeme kararlarının tenfizine kamu düzeni müdahalesinde bulunulabileceği kanaatindeyiz.

Osman Can BAŞDEMİR

[1] Kararın ayrıntıları için bkz. Ekşi, N.: Yabancı Mahkeme Kararlarının Tanınması ve Tenfizi, İstanbul 2013, s. 290-291.

[2] Öğretide ileri sürülen görüşler hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Ekşi, s. 287-290.

[3] Ekşi, s. 291.

[4] www.kazanci.com.tr (E.T.: 11.05.2020).

[5] www.kazanci.com.tr (E.T.: 11.05.2020).

[6] 20.09.2012 tarih ve 28417 sayılı Resmî Gazete, https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2012/09/20120920-8.htm (E.T.: 11.05.2020).

[7] Kararın tam metni için bkz. 20.09.2012 tarih ve 28417 sayılı Resmî Gazete, https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2012/09/20120920-8.htm (E.T.: 11.05.2020).

[8] Çelikel, A. / Erdem, B.B.: Milletlerarası Özel Hukuk, Yenilenmiş 12. Bası, İstanbul 2012, s. 645; Nomer, E.: Devletler Hususî Hukuku, Yenilenmiş 21. Bası, İstanbul 2015, s. 509-510.

[9] Şanlı, C. / Esen, E. / Ataman-Figanmeşe, İ.: Milletlerarası Özel Hukuk, 7. Bası, İstanbul 2019, s. 570, dn. 422.

[10] Dolunay, A.: Yabancı Mahkeme Kararlarının Tanınması ve Tenfizinde Kamu Düzeni, Yıldırım Uler’e Armağan, Lefkoşa 2014, s. 57-58.

[11] Güven, P.: Tanıma ve Tenfiz (Yabancı Mahkeme Kararlarının Tanınması ve Tenfizi), Ankara 2013, s. 155. Benzer yönde görüş için bkz. Doğan, V.: Milletlerarası Özel Hukuk, Gözden Geçirilmiş 4. Baskı, Ankara 2016, s. 122-123.

[12] Balkar Bozkurt, S. (Editör): Yabancı Mahkeme ve Hakem Kararlarının Tanınması ve Tenfizinde Güncel Gelişmeler (14 Ekim 2016 İstanbul), İstanbul 2018, s. 92-94.

[13] Türk Dil Kurumu Sözlükleri (https://sozluk.gov.tr) (E.T.: 11.05.2020).

[14] Şener, E.: Hukuk Sözlüğü, Ankara 2001, s. 756.

[15] Ruhi, A.C.: Milletlerarası Özel Hukukta Kamu Düzeni Müdahalesi, İstanbul 2019, s. 80.

[16] Akıntürk, T. / Ateş, D.: Türk Medenî Hukuku Aile Hukuku İkinci Cilt, Yenilenmiş 22. Bası, İstanbul 2020, s. 243.

[17] Ruhi, s. 81; Dolunay, A.: Türk Hukukunda ve Kıbrıs Türk Hukukunda Yabancı Mahkeme Kararlarının Tanınması ve Tenfizi, İstanbul 2015, s. 96.

[18] https://karararama.yargitay.gov.tr (E.T.: 11.05.2020).

[19] Ruhi, s. 82.

[20] Dolunay, Tenfiz, s. 96; Ruhi, s. 81; Doğan, s. 123.

[21] Çelikel / Erdem, s. 638-639.

[22] Nomer, s. 502.

[23] Nomer, s. 502; Gökçenay, B.: Türkiye’de Tanınması ve Tenfizi Mümkün Mahkeme Kararları, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul 2009, s. 259.

[24] Şanlı / Esen / Ataman-Figanmeşe, s. 543.

[25] Tazminat hukukunda göre yapılan karşılaştırma hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Gökçenay, s. 269 vd.

[26] Şanlı / Esen / Ataman-Figanmeşe, s. 543. Cezai tazminata ilişkin kararların bazı ülkelerin hukukuna göre kamu düzeni kapsamında değerlendirilmesine ilişkin bkz. Güven, s. 139-140. Nomer, yabancı mahkeme kararında yer alan telafi edici tazminat hükmü ve cezai nitelikteki tazminat hükmünün birbirinden ayrı değerlendirilmesinin mümkün olduğu durumlarda, MÖHUK md. 50 ve 52 uyarınca kısmi tenfiz kararı verilebileceği kanaatindedir(bkz. Nomer, s. 502).

[27] Doğan, s. 111. Aynı yönde görüş için bkz. Gökçenay, s. 277.

[28] Nomer, s. 502; Gökçenay, s. 278-279.

[29] Nomer, s. 502-503.

[30] Gökçenay, s. 288.

[31] Güven, s. 142-144.

[32] Tandoğan, H.: Türk Mes’uliyet Hukuku(Akit Dışı ve Akdi Mesûliyet), 1961 Yılı Birinci Basıdan Tıpkı Bası, İstanbul 2010, s. 315; Kılıçoğlu, A.M.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Genişletilmiş 22. Bası, Ankara 2018, s. 545.

[33] Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 21. Baskı, Ankara 2017, s. 784-785.