Ceza muhakemesi hukukunun amacı maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Doktrinde maddi gerçek, geçmişte yaşanmış ve bitmiş bir olay veya olaylar bütününün deliller aracılığıyla ortaya konulmuş hâli olarak tanımlanmaktadır[1]. Maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasında ise adil bir yargılama yapılarak şüpheli ve sanığın haklarının korunması gerekmektedir. Nitekim mahkemelerin keyfi kararlar vermesi ve kişilerin mutlaka suçlu sayılarak cezalandırılmasının önüne geçilmesi amacıyla hukukta sanığın suçluluğu sabit oluncaya kadar suçsuz sayılması ilkesi, bir diğer söyleyişle, suçsuzluk karinesi kabul edilmiştir. Öncelikle İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde yer verilen söz konusu ilkeye daha sonrasında hazırlanan tüm uluslararası belgelerde de yer verilmiştir[2]. Bu anlamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin adil yargılanma hakkını güvence altına aldığı 6. maddesinin 2. fıkrasında da suçluluğu sabit oluncaya kadar kişinin masum sayılacağından bahsedilmektedir. Masumiyet karinesi olarak da anılan[3] söz konusu ilke Anayasanın 38. maddesinin 4. fıkrasında açıkça düzenlenmiş olup, bu hükümde suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağı belirtilmiştir.
Şüpheden sanık yararlanır ilkesinin dayanağını hukuk devleti ilkesi, suçsuzluk karinesi ile ceza kanunlarında yapılan düzenlemelerin oluşturduğu kabul edilmektedir[4]. Anayasanın 38. maddesinin 4. fıkrasında yer alan “suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar” ifadesi ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 223. maddesinin 5. fıkrasındaki “Yüklenen suçu işlediğinin sabit olması halinde, sanık hakkında mahkûmiyet kararı verilir” hükmü birlikte değerlendirildiğinde, bu düzenlemelerden sanığın cezalandırılması için suç işlediği konusunda tam bir kanaate varılmış olması gerektiği sonucu çıkarılmaktadır. Bir diğer söyleyişle, mahkûmiyet kararı, suçun sanık tarafından işlendiğinin şüpheye yer vermeyecek şekilde ispatlanmış olmasını gerektirmektedir[5].
Öte yandan CMK’nin 223. maddesinin 2. fıkrasının (e) bendinde “Yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması” hâlinde beraat kararı verileceği hüküm altına alınmıştır. Söz konusu hüküm, uygulamada “delil yetersizliği nedeniyle beraat kararı[6]” olarak anılmaktadır. Düzenlemenin bu şekilde anılması ise doktrinde eleştirilmiş ve bu kavramdan, mahkemenin sanığın suçlu olduğuna inanmasına rağmen yeterli delil bulun(a)madığı için mahkûmiyet hükmü ver(e)mediğinin anlaşıldığı ileri sürülmüştür[7]. Bu görüşe karşılık olarak, Kanunda yer alan ifadenin, mahkemece suçun işlendiğine kanaat getirildiği şeklinde yorumlanmasının mümkün olmadığı; bahsi geçen hükmün, sanığın o suçu işleyip işlemediği konusundaki şüphenin yenilememesi nedeniyle suçun işlendiğinin ispat edilememesi anlamına geldiği belirtilmiştir[8]. Kanaatimizce de, söz konusu düzenlemenin, mahkemenin sanığın suçlu olduğuna inandığı yönünde yorumlanması yerinde değildir. Zira anılan hükümde sanık hakkında beraat kararı verilebilmesinin dayanağını, mahkemece yargılama sonucunda suçun işlenip işlenmediği konusunda oluşan şüphenin yenilememesi ve bu durumun sanık lehine yorumlanması oluşturmaktadır.
Şüpheden sanık yararlanır ilkesinin bir diğer dayanağının ise kusur ilkesi olduğu ifade edilmektedir[9]. Ceza hukukunda ve ceza sorumluluğunda temel hususlardan olan kusur ilkesi uyarınca, kusuru bulunmayan bir kimseye ceza verilemeyeceği gibi, kusurlu olan birisine de ancak kusuru oranında ceza verilebilecektir. Buna göre, netice sorumluluğu ve yargılama konusu eylem dışındaki hususlar gözetilmeksizin failin somut olaydaki kusurunun tespit edilmesi gerekmektedir. Failin olaydaki kusurunun tam olarak ispat edilememesi ve kusurunun olup olmadığı konusunda şüphe oluşması hâlinde ise faile ceza verilmesi mümkün olmayacaktır. Buna rağmen aksi yönde davranılarak mahkûmiyet hükmü kurulması kusur ilkesini ihlal edecektir[10].
Osman Can BAŞDEMİR
[1] Centel, Nur / Zafer, Hamide: Ceza Muhakemesi Hukuku, Yenilenmiş ve Gözden Geçirilmiş 14. Bası, İstanbul 2017, s. 6.
[2] Centel / Zafer, s. 6.
[3] Feyzioğlu, ceza muhakemesinde, kişinin sanık sıfatını almasıyla birlikte, sanık statüsüne girmeyenler yönünden uygulanamayan bazı koruma tedbirlerinin kendisi hakkında uygulanabilir hâle geldiğini ifade ederek masumiyet karinesi ifadesi yerine “suçsuzluk karinesi” ifadesinin kullanılması gerektiğini savunmaktadır. Zira söz konusu ilkenin masumiyet karinesi şeklinde kullanılması durumunda, kişi hürriyetini mahkûmiyet kararından önce sınırlayan tutuklama koruma tedbirinin masum kabul edilen kişiye uygulanmasının açıklanamayacağını ileri sürmektedir(Feyzioğlu, Metin: Suçsuzluk Karinesi: Kavram Hakkında Genel Bilgiler ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/38/293/2671.pdf, s. 137-138) (Erişim Tarihi: 05.01.2020).
[4] Feyzioğlu, Metin: Ceza Muhakemesinde Vicdani Kanaat, Ankara 2002, s. 196; Doğan, Koray: Ceza Muhakemesinde Belirsizlik Kuşkudan Sanık Yararlanır İlkesi, Güncellenmiş 2. Baskı, Ankara 2018, s. 169; Gedik, Doğan: Ceza Muhakemesinde İspat ve Şüphenin Sanık Lehine Yorumlanması, Genişletilmiş ve Gözden Geçirilmiş 3. Baskı, Ankara 2018, s. 426-427.
[5] Doğan, s. 168.
[6] Örnek Yargıtay kararı için bkz. Yaşar, Osman: Yeni İçtihatlarla Uygulamalı ve Yorumlu Ceza Muhakemesi Kanunu, C. II, Güncellenmiş 8. Baskı, Ankara 2018, s. 2462.
[7] Gedik, s. 422.
[8] Feyzioğlu, Vicdani Kanaat, s. 197; Birtek, Fatih: Ceza Muhakemesinde Delil ve İspat, Ankara 2016, s. 597; Gedik, s. 422.
[9] Gedik, s. 426.
[10] Yıldız, Ali Kemal: Ceza Muhakemesinde İspat ve Delillerin Değerlendirilmesi, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul 2002, s. 226-227; Gedik, s. 427.