Soruşturmanın Sorumluların Tespiti ve Cezalandırılmasını Sağlayabilecek Şekilde Etkili Yürütülmemesi Hak İhlalidir!

Soruşturmanın Sorumluların Tespiti ve Cezalandırılmasını Sağlayabilecek Şekilde Etkili Yürütülmemesi Hak İhlalidir!

28 Temmuz 2020 tarih ve 31199 sayılı Resmî Gazete’de Anayasa Mahkemesinin 09 Haziran 2020 tarih ve 2016/13985 başvuru numaralı Feride Kaya (2) başvurusuna ilişkin kararı yayımlanmıştır.

Karara konu olayda, başvurucu, yasa dışı örgüt üyelerine yardım etme suçu şüphesiyle 27 Eylül 2002 tarihinde gözaltına alınmış, 29 Eylül 2002 tarihinde tutuklanarak Çorum Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gönderilmiştir. Anılan suç nedeniyle başvurucu 3 yıl 9 ay hapis cezasına mahkûm edilmiş ve başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Hakkındaki mahkûmiyete ilişkin hüküm temyiz edilmeden kesinleşen başvurucu, 26 Haziran 2004 tarihinde Avusturya Cumhuriyetine iltica talebinde bulunmuş ve talebi kabul edilmiştir. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesince anılan karar ve infaz dosyası 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanunun 74 ve 85. maddeleri ile getirilen değişiklikler açısından uyarlama yapılması amacıyla yeniden ele alınmış, bu kapsamda başvurucunun 2 yıl 1 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş ve hüküm itiraz edilmeden kesinleşmiştir.

Başvurucu, 16 Aralık 2002 tarihinde avukatı aracılığıyla savcılığa verdiği dilekçede, gözaltında bulunduğu süre içinde sağ eli ile sağ ayak parmaklarına elektrotlar bağlanmak suretiyle vücuduna elektrik verildiğini; sağ kolunun işkence nedeniyle tutmaz hâle geldiğini; gözaltında kaldığı süre boyunca gözlerinin bağlandığını; kimseyle görüştürülmediğini; iç çamaşırıyla kalacak şekilde kıyafetlerinin çıkarıldığını; uyutulmadığını; saçından çekilerek sürüklendiğini; damlayan suyun altında tutulduğunu; çıplak ayaklarına botlarla basıldığını; ağır hakaretlere maruz kaldığını ve tehdit edildiğini beyan etmiştir. Çorum Cumhuriyet Başsavcılığının 12 Aralık 2003 tarihli iddianamesi ile iki jandarma görevlisinin 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanununun 243 ile 31 ve 33. maddeleri; 28 Eylül 2002 ve 29 Eylül 2002 tarihli adli muayene raporlarını düzenleyen doktorların ise 765 sayılı mülga Kanunun 240. maddesi uyarınca cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmıştır. Çorum Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun gözaltında kaldığı 27 Eylül 2002 ile 29 Eylül 2002 tarihleri arasında kötü muameleye maruz kaldığının kabulünün gerektiğini, ancak katılan(başvurucu)a kötü muamelede bulunan kişilerin sanık jandarmalar olduğuna dair tam bir kanaat oluşmadığını, söz konusu eylemlerin kim veya kimler tarafından gerçekleştirildiğinin şüpheli kaldığını belirterek şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereğince sanıkların üzerlerine atılı suçtan ayrı ayrı beraatlerine; sanık doktorların ise üzerlerine atılı görevi kötüye kullanmak suçuyla ilgili olarak -sanıklar lehine zamanaşımı süresinin 7 yıl 6 ay ve suç tarihin 29 Eylül 2002 olduğu gözetildiğinde- karar tarihi itibarıyla zamanaşımı süresinin dolduğunu ifade ederek davanın ortadan kaldırılmasına karar vermiştir. Yargıtay 8. Ceza Dairesi, 12 Aralık 2012 tarihli kararıyla sanık doktorlar yönünden kurulan hükmün kamu davasının düşürülmesine şeklinde düzeltilerek onanmasına; sanık jandarma görevlileri hakkında verilen beraat kararlarının ise bozulmasına karar vermiştir. Bozma kararı sonrası ilk derece mahkemesince yeniden yapılan yargılamada önceki kararda direnilmiş ve -Mahkeme başkanının karşı oyuyla- sanık jandarma görevlileri hakkında oy çokluğuyla beraat kararı verilmiştir. Verilen kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulu, somut olayda 765 sayılı Kanunun 102. maddesinin 3. fıkrasında öngörülen 10 yıllık asli dava zamanaşımı süresinin direnme hükmünün verildiği 18 Nisan 2013 tarihinden sonra ve fakat dosya henüz Genel Kurula gelmeden önce 04 Mart 2014 tarihinde dolmuş olduğu gerekçesiyle 19 Ocak 2016 tarihinde davanın düşürülmesine karar vermiştir.

Başvurucu, gözaltında tutulduğu nezarethanede istenen yönde ifade vermesi amacıyla işkenceye tabi tutulduğunu; gözaltı sırasında ve sonrasında zorunlu adli muayene için götürüldüğü hastanede gerçeğe aykırı raporlar düzenlendiğini; dosyadaki delil durumuna göre kendisine işkence yapıldığı sabit olmasına rağmen sorumlular hakkında etkili bir soruşturma yürütülmediğini ve sonuçta hukuka aykırı şekilde dava zamanaşımının dolduğu gerekçesiyle düşme kararı verilmek suretiyle suçların cezasız bırakıldığını belirterek işkence yasağı ile adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Anayasa Mahkemesi, başvurucunun adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının, kötü muamele yasağına ilişkin devletin etkili soruşturma yapma sorumluluğu kapsamında olduğundan söz konusu haklar yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir.

Yüksek Mahkeme, kararında, başvurucunun yargılama aşamasındaki beyanları ile bu beyanlarla uyumlu tanık anlatımlarını; çeşitli sağlık raporlarına yansıyan bulguları; başvurucunun gözaltında kötü muameleye maruz kaldığına ilişkin ilk derece mahkemesinin gerekçeli kararını ve bu kararın içeriğini destekler nitelikteki Yargıtay 8. Ceza Dairesinin bozma ilamını bir bütün olarak değerlendirmiş, başvurucunun gözaltında tutulduğu süre içinde fiziksel ve ruhsal acı çekmesine sebep olan kötü muameleye maruz kaldığı sonucuna ulaşmıştır. Buna rağmen yürütülen soruşturmanın zamanaşımıyla sonuçlanması ve bu nedenle olayın fail ya da failleri tespit edilmeden kesin hükümle soruşturmanın kapatılmasını göz önünde bulunduran Yüksek Mahkeme, kamu makamlarının kötü muameleye ilişkin iddialar konusunda açıklama yapma yükümlülüğüne aykırı davrandığını ifade etmiştir. Bireysel başvuruya konu kararda, başvurucuya kasti olarak uygulanan muamelenin amacı, süresi, sağlık raporlarına yansıyan fiziksel ve ruhsal etkisi; söz konusu fiillerin boyutu ve bu muamelelerin ilgili kişinin itirafta bulunması veya yöneltilen olaylar hakkında bilgi vermesi amacıyla görevlerini yapan devlet görevlileri tarafından bilinçli olarak yapıldığı dikkate alınmış, dolayısıyla somut olaydaki muamelelerin işkence olarak nitelendirilmesi mümkün görülmüş ve devletin Anayasanın 17. maddesi kapsamındaki negatif yükümlülüğüne aykırı davranıldığı belirtilmiştir.

Öte yandan işkence yasağının usul boyutu bakımından yaptığı değerlendirmede Yüksek Mahkeme, kötü muamele yasağı bağlamındaki soruşturmaların hızlı bir şekilde tamamlanarak davaların zamanaşımına uğramasına imkân verilmemesi şeklindeki pozitif yükümlülük kapsamında adli makamların başvuru konusu soruşturma dosyasında yeteri kadar hassas davranmadığı ve sonuçta da işkence suçunu oluşturan hukuka aykırı eylemlere hoşgörü göstererek kayıtsız kaldığı sonucuna ulaşmıştır.

Sonuç olarak derece mahkemesi kararının başvurucunun mağduriyetini gidermediği ve soruşturmanın sorumluların tespiti ve cezalandırılmasını sağlayabilecek şekilde etkili yürütülmediğine kanaat getiren Yüksek Mahkeme, Anayasanın 17. maddesinin 3. fıkrasında güvence altına alınan işkence yasağının maddi ve usul boyutlarıyla ihlal edildiğine, başvurucuya net 90.000 TL manevi tazminat ödenmesine ve kararın bir örneğinin -bilgi için- Çorum 1. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine oy birliğiyle karar vermiştir.

Yüksek Mahkeme kararının tam metnine buradan ulaşabilirsiniz.