Yabancı Mahkeme Kararlarının Tenfizinde Savunma Hakkına Uygun Karar Verilmesi

Yabancı Mahkeme Kararlarının Tenfizinde Savunma Hakkına Uygun Karar Verilmesi

I. Genel Olarak

5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun md. 54’te, Türk mahkemeleri tarafından yabancı bir mahkeme kararı hakkında tenfiz kararı verilebilmesi için gerekli olan şartlar hüküm altına alınmıştır. Maddenin (ç) bendinde yer alan tenfiz şartlarından birisi de “O yer kanunları uyarınca, kendisine karşı tenfiz istenen kişinin hükmü veren mahkemeye usulüne uygun bir şekilde çağrılmamış veya o mahkemede temsil edilmemiş yahut bu kanunlara aykırı bir şekilde gıyabında veya yokluğunda hüküm verilmiş ve bu kişinin yukarıdaki hususlardan birine dayanarak tenfiz istemine karşı Türk mahkemesine itiraz etmemiş olması[1]” şeklindedir.

Bahsi geçen tenfiz şartını kısaca “savunma haklarına riayet edilmesi” veya “savunma haklarının ihlal edilmemesi” şeklinde anmak mümkündür[2]. 5718 sayılı Kanunda düzenlenen savunma hakkının ihlal edilmemiş olmasına ilişkin tenfiz şartı, 2675 sayılı mülga Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun döneminde de hüküm altına alınmıştır. Tenfiz şartlarının düzenlendiği mülga Kanun md. 38’in (d) bendinde söz konusu şart “O yer kanunları uyarınca, kendisine karşı tenfiz istenen kişinin hükmü veren mahkemeye usulüne uygun bir şekilde çağrılmamış veya o mahkemede temsil edilmemiş yahut bu kanunlara aykırı bir şekilde gıyapta hüküm verilmiş ve bu kişinin yukarıdaki hususlardan birine dayanarak tenfiz istemine karşı Türk Mahkemesine itiraz etmemiş olması” şeklinde kaleme alınmıştır[3]. Mülga Kanun döneminde kabul edilen tenfiz şartı, 5718 sayılı Kanunda da aynı şekilde yer almakla birlikte, kanun koyucu anılan tenfiz şartında “gıyabında veya yokluğunda” şeklinde bir değişiklik yapmayı tercih etmiştir.

Aleyhine tenfiz kararı verilmesi istenen kişinin yabancı mahkemede yapılan yargılama esnasında savunma hakkını kullanabilmiş olmasına ilişkin bu tenfiz şartı, Türk hukukunda 2675 sayılı mülga Kanun yürürlüğe girmeden önce de kabul edilmişti. Nitekim 1982 yılında yürürlüğe giren 2675 sayılı Kanun döneminden önce Türk hukukunda yabancı mahkeme kararlarının tenfizi, 1927 yılında yürürlüğe giren 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa göre gerçekleştirilmekteydi[4]. 1982 yılına kadar tenfiz konusundaki hükümleri uygulama alanı bulan mülga Kanunda, yalnızca yabancı mahkeme kararlarının tenfizi ile ilgili hükümlere yer verilmiş, buna karşılık tanımaya ilişkin herhangi bir düzenleme getirilmemiştir[5]. Anılan mülga Kanun md. 540’ta Türk hukukunda tenfiz için aranan şartlara yer verilmiş olup md. 540/2’de sayılan şartlardan birisi de tarafların savunma hakkına uyulmuş olmasıydı[6]. 2675 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği dönemde Çelikel, anılan Kanunda yer alan savunma hakkına ilişkin tenfiz şartının, HUMK’ta yer alan düzenlemeye göre daha detaylı olduğunu; bununla birlikte 2675 sayılı Kanunda yer alan hükmün genel olarak savunma hakkının ihlalini açıklamakta yeterli olmadığını ifade etmiştir[7].

Yapılan açıklamalardan anlaşılacağı üzere, Türk hukukunda yabancı mahkeme kararlarının tenfiz edilmesi için belirlenen şartlar arasında sayılan savunma hakkına uygun karar verilmiş olması, kanun koyucu tarafından her dönemde dikkate alınmış, yabancı mahkeme kararlarının tenfizine ilişkin yasal düzenlemelerde bu şarta ayrıca ve açıkça yer verilmiştir.

Öte yandan 5718 sayılı MÖHUK md. 58 uyarınca yabancı bir mahkeme kararının Türk hukukunda tanınması için, yabancı mahkeme kararının Kanunda sayılan -karşılıklılık şartı hariç olmak üzere- tenfiz şartlarını taşıması gerektiği belirtildiğinden, davalının savunma hakkına uygun şekilde karar verilmiş olması şartı tanıma için de geçerlidir. Bu noktada 2675 sayılı mülga Kanun ile MÖHUK arasında önemli bir farklılık bulunmaktadır. Nitekim mülga Kanun md. 42 uyarınca, Türk mahkemeleri tarafından tanıma kararı verilmesinde, tenfize ilişkin şartlardan olan savunma hakkına uygun karar verilmiş olması şartının aranmayacağı açıkça hükme bağlanmıştır[8]. Ancak bu dönemde öğretide bazı yazarlar[9], söz konusu şartın tanıma için geçerli olmamasını -haklı olarak- eleştirerek hükmün, medeni usul hukukunun temel ilkelerinden olan hukuki dinlenilme hakkına ve 1086 sayılı HUMK md. 73[10]’te düzenlenen “tartışma ilkesi[11]”ne aykırı olduğunu; savunma hakkının ihlalinin kamu düzenine aykırılık teşkil ettiğini ve bu nedenle hâkim tarafından resen gözetilerek tanıma talebinin reddedilmesi gerektiğini ifade etmişlerdir[12]. Bununla birlikte 5718 sayılı Kanunda yer alan düzenlemeler doğrultusunda, en azından tanıma şartları yönünden savunma hakkına uygun karar verilmesi konusundaki tartışmaların son bulduğunu söylemek mümkündür.

 

II. Savunma Hakkı Kavramı

MÖHUK md. 54/ç’de düzenlenen tenfiz şartının uygulamada “savunma haklarına riayet edilmesi” şeklinde ifade edildiğini yukarıda belirtmiştik. Bu kapsamda savunma hakkı kavramına ve MÖHUK’taki karşılığına ilişkin değerlendirme yapmak gerekmektedir.

Şener’in “Hukuk Sözlüğü” başlıklı eserinde savunma hakkının anlamı doğrudan Anayasa md. 36 ile açıklanmıştır[13]. “Hak arama hürriyeti” başlıklı anılan maddenin 1. fıkrası, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir[14]” hükmünü amirdir. Maddenin lafzından görüleceği üzere Türk hukukunda iddia ve savunma hakkı ile adil yargılanma hakkı anayasal düzeyde teminat altına alınmış olup, Anayasadaki sistematiğe göre kişilerin temel hak ve hürriyetlerinden biri olarak kabul edilmektedir[15]. Anayasada düzenlenen adil yargılanma hakkının kapsamında mahkeme hakkı; kanunla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız yargı yerinde yargılanma hakkı; makul sürede yargılanma hakkı; hakkaniyete uygun yargılanma hakkı; aleni yargılama hakkı ve aleni karar hakkı; masumiyet karinesi ile asgari şüpheli ve sanık hakları gibi haklarla ilgili ihlallerin değerlendirilmesi mümkündür[16].

Milletlerarası hukukta kabul edilen çok taraflı uluslararası anlaşmalardan büyük bir öneme sahip olan ve Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde adil yargılanma hakkı açıkça düzenlenmiştir. Anılan maddenin 1. fıkrasının 1. cümlesinde, “Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir[17]” düzenlemesi yer almaktadır. Öğretide, AİHS md. 6 uyarınca adil yargılanma hakkının unsurları, kanuni, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme önünde yargılanma; makul süre içinde yargılanma; aleni olarak yargılanma ve hakkaniyete uygun olarak yargılanma şeklinde sayılmıştır[18]. Öte yandan maddeden de anlaşılacağı üzere, adil yargılanma hakkı yalnızca ceza yargısı için değil, aynı zamanda hukuk yargısı için de benimsenmiş ve bir uyuşmazlığın her iki tarafı için de kabul edilmiş temel insan haklarından biridir[19].

1086 sayılı mülga Kanun döneminde açıkça düzenlenmeyen, bununla birlikte öğretide HUMK md. 73 ile ilişkili şekilde ele alınan[20] ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu md. 27’de nihayet medeni usul yargılamasının temel ilkelerinden biri olarak kabul edilen hukuki dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olup, Tanrıver, hukuki dinlenilme hakkını, “Hukukî dinlenilme hakkı, yargılama başladıktan sonra, yargılamaya katılanların dinlenilmesini, yargılamada eşit şekilde işlem görmelerini, iddia ve savunmada bulunma olanağının verilmesini hedefler[21]” şeklinde; Pekcanıtez ise “Hukuki dinlenilme hakkı, medeni usul hukukunun da amacı olan hakikatin, maddi gerçeğin tespitini amaçlar. Uyuşmazlık konusu maddi vakıaların, tam olarak aydınlanabilmesi, taraflara hukuki dinlenilme hakkının sağlanmasıyla olur[22]” sözleriyle açıklamaktadır. Bu bağlamda hukuki dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak ele alınmakta[23] ve medeni usul yargılamasında usuli temel hak olarak değerlendirilmektedir[24].

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, 1994 yılında Resmî Gazete’de yayımlanan bir kararında, davalıya usulüne uygun şekilde davetiye gönderilmemesi nedeniyle ilk derece mahkemesi kararının bozulması gerektiğini, “Savunma hakkı Anayasa (Md. 36) ile güvence altına alınmış olup, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 73 üncü maddesinde de belirtildiği üzere, mahkemenin davalıyı dinlemek, savunmasını almak üzere kanuni şekillere uygun olarak davet etmedikçe hükmünü vermesi mümkün değildir[25]” şeklinde gerekçelendirmiştir. Görüldüğü üzere Özel Daire, davadan usulüne uygun şekilde haberdar edilmeyen kişinin “savunma hakkı[26]”nın ihlal edildiğine işaret etmektedir.

Yapılan açıklamalardan anlaşılacağı gibi, iddia ve savunma hakkı, savunma hakkı, adil yargılanma hakkı ve hukuki dinlenilme hakkı birbirleriyle sıkı sıkıya bağlı kavramlardır. Hukuki dinlenilme hakkıyla ilgili HMK md. 27’de yer alan hükümde, bu hakkın unsurlarından birinin, davanın taraflarının davadan haberdar edilmesi olduğu ifade edilmiştir[27]. Aynı maddenin 2. fıkrasının (b) bendinde ise, davanın taraflarının açıklama yapma ve belge sunma hakkına sahip olduğu hüküm altına alınmıştır. Kuşkusuz, HMK’de düzenlenen hukuki dinlenilme hakkı, sadece Türk usul hukukuyla sınırlı olmaksızın milletlerarası özel hukuk uyuşmazlıklarında da riayet edilmesi gereken temel insan hakkıdır[28]. Türk milletlerarası özel hukuk ve usul hukukuna ilişkin hükümlerin yer aldığı MÖHUK’ta, hukuki dinlenilme hakkının yansıması md. 54/ç’de yer almaktadır. Kavramsal olarak hukuki dinlenilme hakkının daha geniş bir çerçeveye sahip olduğunu düşündüğümüzden, MÖHUK md. 54/ç’de yer alan düzenleme, bu hakkın unsurlarından olan iddia ve savunma hakkı veya kısaca savunma hakkı kapsamında değerlendirilmiştir.

Berna Berfin KAYA

 

[1] T.C. Cumhurbaşkanlığı Mevzuat Bilgi Sistemi (https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.5718.pdf) (E.T.: 26.07.2021).

[2] Ergin Nomer, Devletler Hususî Hukuku, Yenilenmiş 21. Bası, İstanbul, Beta Basım, 2015, s. 526; Aysel Çelikel, B. Bahadır Erdem, Milletlerarası Özel Hukuk, 16. Bası, İstanbul, Beta Basım, 2020, s. 768; Vahit Doğan, Milletlerarası Özel Hukuk, 6. Baskı, Ankara, Savaş Yayınevi, 2020, s. 136; Cemal Şanlı, Emre Esen, İnci Ataman-Figanmeşe, Milletlerarası Özel Hukuk, 8. Bası, İstanbul, Beta Basım, 2020, s. 613.

[3] Lexpera Mevzuat (https://www.lexpera.com.tr/mevzuat/kanunlar/milletlerarasi-ozel-hukuk-ve-usul-hukuku-hakkinda-kanun-2675) (E.T.: 26.07.2021).

[4] Tuğrul Arat, “Yabancı İlâmların Tanınması ve Tenfizi”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 21, S. 1-4, 1964, s. 496. 1086 sayılı mülga Kanunun yabancı mahkeme kararlarının tenfizine ilişkin hükümleri, 1982 yılında yürürlüğe giren 2675 sayılı mülga Kanun md. 46 ile yürürlükten kaldırılmıştır(bkz. Lexpera Mevzuat [https://www.lexpera.com.tr/mevzuat/kanunlar/milletlerarasi-ozel-hukuk-ve-usul-hukuku-hakkinda-kanun-2675#]) (E.T.: 26.07.2021).

[5] 1086 sayılı mülga Kanunda yalnızca tenfize ilişkin hükümlere yer verilmesi nedeniyle yöneltilen eleştiriler için bkz. Nuray Ekşi, Yabancı Mahkeme Kararlarının Tanınması ve Tenfizi, 2. Baskı, İstanbul, Beta Basım, 2020, s. 23.

[6] Ekşi, s. 21; Aysel Çelikel, “Yeni Kanuna Göre Yabancı Mahkeme Kararlarının Tenfiz Şartları”, Milletlerarası Hukuk ve Milletlerarası Özel Hukuk Bülteni, C. 2, S. 2, 1982, s. 11. HUMK md. 540/2’de yer alan tenfiz şartı ile ilgili ayrıntılı açıklamalar için bkz. Arat, s. 506-507.

[7] Çelikel, s. 11.

[8]Yabancı mahkeme ilanımın kesin delil veya kesin hüküm olarak kabul edilebilmesi yabancı ilamın tenfiz şartlarını taşıdığının mahkemece tespitine bağlıdır. Tanımada 38 nci maddenin (a) ve (d) bentleri uygulanmaz.” Lexpera Mevzuat (https://www.lexpera.com.tr/mevzuat/kanunlar/milletlerarasi-ozel-hukuk-ve-usul-hukuku-hakkinda-kanun-2675#) (E.T.: 26.07.2021).

[9] Şeref Ertaş, “Yabancı İlamların Tanınması ve Tenfizi”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 3, S. 1-4, 1986, s. 400; Metin Tuluay, “‘Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun ’ Üzerine Düşünceler”, MHB, C. 2, S. 1, 1982, s. 26; Hakan Pekcanıtez, “Hukuki Dinlenilme Hakkı”, Prof. Dr. Seyfullah Edis’e Armağan, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, İzmir, 2000, s. 766.

[10]Kanunun gösterdiği istisnalar haricinde hakim her iki tarafı istima veyahut iddia ve müdafaalarını beyan etmeleri için kanuni şekillere tevfikan davet etmedikçe hükmünü veremez.” T. C. Cumhurbaşkanlığı Mevzuat Bilgi Sistemi (https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/5.3.1086.pdf) (E.T.: 26.07.2021).

[11] Tuluay, s. 26.

[12] Ertaş, s. 400; Tuluay, s. 26; Pekcanıtez, Hukuki Dinlenilme, s. 766.

[13] Esat Şener, Hukuk Sözlüğü, Seçkin Yayınları, Ankara, 2001, s. 688.

[14] T.C. Cumhurbaşkanlığı Mevzuat Bilgi Sistemi (https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.2709.pdf) (E.T.: 26.07.2021).

[15] Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Güncelleştirilmiş 9. Baskı, Ekin Basım, Bursa, 2010, s. 113; Pekcanıtez, Hukuki Dinlenilme, s. 754.

[16] Konuya ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Abdullah Çelik, Adil Yargılanma Hakkı Rehberi (Araştırma ve İçtihat Birimi), Bireysel Başvuru El Kitapları, S. 3, Anayasa Mahkemesi Yayınları, 2014.

[17] European Court Of Human Rights (ECHR) resmî internet sitesinde yer alan Sözleşmenin Türkçe versiyonu için bkz. (https://www.echr.coe.int/Pages/home.aspx?p=applicants/tur&c) (https://www.echr.coe.int/Documents/Convention_TUR.pdf)   (E.T.: 26.07.2021).

[18] Hakan Pekcanıtez, “Medeni Yargıda Adil Yargılama”, İzmir Barosu Dergisi, S. 2, İzmir, 1997, s. 39-51; Süha Tanrıver, “Hukuk Yargısı (Medenî Yargı) Bağlamında Adil Yargılanma Hakkı”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, S. 53, 2004, s. 193.

[19] Tanrıver, s. 192; Pekcanıtez, Adil Yargılama, s. 36.

[20] Pekcanıtez, Hukuki Dinlenilme, s. 753; Tanrıver, s. 207.

[21] Tanrıver, s. 192.

[22] Pekcanıtez, Hukuki Dinlenilme, s. 755.

[23] Ferda Nur Güvenalp, “Milletlerarası Tahkimde İddia ve Savunma Hakkının İhlali”, Yüksek lisans tezi, Galatasaray Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2016, s. 9; Tanrıver, s. 204.

[24] Pekcanıtez, Hukuki Dinlenilme, s. 755.

[25] 12.09.1994 tarih ve 22049 sayılı Resmî Gazete (https://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/22049.pdf) (E.T.: 26.07.2021).

[26] Pekcanıtez, kararın yayımlandığı dönemde 1086 sayılı HUMK’ta açıkça hukuki dinlenilme hakkı düzenlenmemiş olmakla birlikte, öğretide, bu kararda belirtilen “savunma hakkı” kavramının, medeni usul yargılamasında hukuki dinlenilme hakkını ifade ettiğini belirtmiştir(bkz. Pekcanıtez, Hukuki Dinlenilme, s. 754-755).

[27] Tanrıver, s. 207.

[28] Tanrıver, s. 205. Karşılaştırmalı hukukta hukuki dinlenilme hakkına ilişkin düzenlemeler hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Pekcanıtez, Hukuki Dinlenilme, s. 754 vd.