Çok Hassas ve İstisnai Görev İcra Eden Kişinin Gerekçeleri Ortaya Konularak Başka Kuruma Atanması Hukuka Uygundur!

Çok Hassas ve İstisnai Görev İcra Eden Kişinin Gerekçeleri Ortaya Konularak Başka Kuruma Atanması Hukuka Uygundur!

03 Ocak 2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuru, 2011 yılında Millî İstihbarat Teşkilatı bünyesinde istihbarat uzman yardımcısı olarak göreve başlayan başvurucu M. Ö. A. hakkında güvenilirliğini kaybettiği gerekçesiyle gerçekleştirilen naklen atama işlemi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

Karara konu olayda Millî İstihbarat Teşkilatı iç güvenlik birimi tarafından başvurucunun bir terör örgütü ile irtibatının ya da iltisakının bulunup bulunmadığına ilişkin inceleme yapılmıştır. İnceleme neticesinde başvurucunun güvenilirliği ve göreve uygunluğu konusunda ortaya çıkan şüphe nedeniyle MİT Müsteşarlık makamının emri uyarınca MİT Teftiş Kurulu Başkanlığınca başvurucu hakkında soruşturma yürütülmüştür. Soruşturma sonucunda tanzim edilen raporda, başvurucunun yakınlarının bir terör örgütü ile irtibatı veya iltisakının olduğuna ilişkin birtakım tespit ve değerlendirmelerde bulunulmuştur. Buna göre raporda, başvurucu tarafından kullanılan GSM hattı ile başvurucunun doktora öğrenimi gördüğü üniversitede öğretim görevlisi olarak çalışan örgüt ile irtibatlı bir şahıs ile yoğun şekilde görüşüldüğü; başvurucunun babasının söz konusu örgütün yanlısı olarak çevresinde tanındığı, hâkim olan kardeşinin 2014 yılındaki Hâkimler ve Savcılar (Yüksek) Kurulu seçimlerinde örgüt destekli adayların düzenlediği toplantılara katıldığı ve 15 Temmuz darbe girişiminin akabinde görevden uzaklaştırıldığı; başvurucunun iki kardeşinin ve yakın arkadaşlarının örgüt kontrolünde olan okullardan mezun olduğu, hakkında soruşturma yürütülen başka bir personel tarafından başvurucunun anılan örgütle bağlantısının olabileceğine ilişkin düşüncesini dile getirdiği, başvurucunun psikofizyolojik doğruluk testi uygulamasında ve kendisiyle yapılan mülakatta örgütle bağlantısına ilişkin sorulara belirgin tepkiler verdiği ifade edilmiştir.

Raporun sonunda; başvurucunun mevzuatta yer alan Teşkilat şart ve vasıflarına uymadığı, güvenilirlik vasfını ve Teşkilata alınma koşullarını yitirdiği, Teşkilata intibak edemediği şeklinde değerlendirmelere yer verilmiş ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 19. maddesi uyarınca başka bir kurum veya kuruluşa naklen atanması teklif edilmiştir. Söz konusu teklifin uygun görülmesi üzerine başvurucunun genel hükümlere göre başka bir kurum veya kuruluşa naklen atanmasına karar verilmiştir. Bu doğrultuda başvurucu, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Destek Hizmetleri Dairesi Başkanlığı emrine memur olarak atanmıştır.

Başvurucu, söz konusu atama işleminin hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek iptal davası açmış ve dosya, Ankara 9. İdare Mahkemesinde kayıt almış; anılan Mahkeme, dava konusu işlemin hukuka uygun olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar vermiş ve kararda, MİT Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından başvurucu ile yakın çevresi hakkında yapılan tespitlere değinmiştir. Başvurucu, karara karşı istinaf yoluna başvurmuş; Ankara Bölge İdare Mahkemesi 1. İdari Dava Dairesi, kararın usule ve hukuka uygun olduğu gerekçesiyle başvurucunun istinaf talebini kesin olarak reddetmiştir.

İstinaf talebinin reddedilmesi üzerine Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunan başvurucu, davet edildiği MİT bünyesinde özveriyle, sadakatle ve mesleğin tüm gerekliliklerini yerine getirerek görev yaptığını, terörizmin finansmanı üzerine yazdığı doktora tezinden darbe girişiminin akabinde gerçekleştirilen soruşturmalarda yararlanıldığını, 15 Temmuz sürecinde görev bilinciyle hareket ettiğini, 16 ve 17 Temmuz tarihlerinde MİT binasında nöbet tuttuğunu, hakkında anılan örgütle ilgili bir emare olmamasına rağmen atama işlemine tabi tutulmasının hakkaniyete aykırı olduğunu; İdare tarafından sunulan savunma dilekçelerinde kendisinin terör örgütü ile doğrudan bir irtibatının olmadığının açıkça ifade edildiğini, yakınları ve sosyal çevresi üzerinden yapılan eksik, yanlış tespitlere dayanılarak gerçekleştirilen işlemin suçların şahsiliği ilkesine ve masumiyet karinesine aykırı olduğunu; idari soruşturma raporunda yer alan tespitlerin derece mahkemelerince doğrudan kabul edildiğini, onur kırıcı olan psikofizyolojik doğruluk testi uygulaması dikkate alınarak yapılan çıkarımların delil olarak kabul edilmesinin hukuka aykırı olduğunu, kendisiyle benzer durumda olan kişilerin üst düzey görevlere atandığını, atamasının memur statüsünde yapılmasının ayrımcılık oluşturduğunu; mali ve sosyal haklarına uygun bir kadroya atanmaması nedeniyle tenzil edildiğini, statü kaybettiğini ve hain damgası yediğini; tüm bu hususların mahkemelerce değerlendirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, kötü muamele yasağının, ayrımcılık yasağının ve kamu hizmetine girme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Adalet Bakanlığı, başvuru kapsamındaki görüşünde, başvuruya konu işlemin mevzuat ile MİT’e verilen özel görev ve yetkiler dikkate alınarak tesis edildiğini; elde edilen bulguların başvurucunun aynı göreve devam etmesine engel olduğunun değerlendirildiğini, ancak kamu görevinden çıkarılma veya benzer sonuç doğuran bir işlem gerçekleştirilmediğini, dolayısıyla kullanılan takdir yetkisinin hizmet gereklerine uygun olduğunu ifade etmiştir. Bakanlık görüşüne karşı başvurucu tarafından sunulan cevap yazısında, mevzuatın İdarenin lehine yorumlandığı; sahip olunan bilgi, birikim ve tecrübeye uygun şekilde hareket edilmediği; kendisinin mevcut durumda MİT bünyesinde çalışabileceği birçok pozisyon bulunduğu belirtilerek başvuru formunda yer alan hususlar tekrar edilmiştir.

Anayasa Mahkemesi, başvurucunun temel iddialarının, hukuka aykırı şekilde atama işlemine tabi tutulmasına, bu suretle kamu gücü marifetiyle mesleki hayatına müdahale edilmesine ve atama işleminin iptal edilmesi talebiyle açtığı davanın reddedilmesine yönelik işlemler bütününe ilişkin olduğunu ifade etmiştir. Kişilerin mesleki hayatlarının onların özel hayatlarıyla sıkı bir irtibatının olduğu ve meslek hayatına yönelik tedbirlerin ya da müdahalelerin söz konusu olduğu dava süreçlerinde özel hayata saygı hakkının gündeme geldiğini belirten Yüksek Mahkeme, somut olayda başvurucunun naklen atama işlemine tabi tutulmasının özel hayata ilişkin bir nedene dayanmadığının söylenemeyeceğini; zira işleme dayanak alınan başlıca olgunun başvurucunun yakınlarına ve sosyal çevresine ilişkin elde edilen bilgiler ile yapılan tespitler olduğunu ortaya koymuştur. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesi, başvurucunun iddialarının bir bütün hâlinde özel hayata saygı hakkı bağlamında incelenmesine karar vermiştir.

Yüksek Mahkeme, kararında, atama işleminin tesis edilmesiyle kamusal bir makam tarafından başvurucunun özel hayata saygı hakkına müdahalede bulunulduğunu; 2937 sayılı Kanunun 19. maddesi uyarınca müdahalenin kanuni dayanağı olduğunu değerlendirmiştir. Öte yandan kararda, somut başvuruda kamu gücünü kullanan İdarenin işleminde millî güvenliğin ve kamu düzeninin korunması ile kamu hizmetinin sürdürülebilirliğinin sağlanması amacını taşıdığı ve bu suretle meşru amaç unsurunun bulunduğu belirtilmiştir.

Anayasa Mahkemesi, kamu görevlilerinin hizmetin niteliği gereği belirli nedenlerle atanmaları ya da görevlendirilmeleri konusunda İdarenin takdir yetkisi bulunduğunu; işlemi tesis eden kurumun niteliğinin ve ifa edilen görevlerin özelliklerinin söz konusu takdir yetkisini genişletebileceğini; bununla birlikte bu hususun keyfî şekilde işlem yapılmasına ve anayasal güvencelere aykırı davranılmasına imkân sağlamadığını vurgulamıştır. Bu bağlamda işlemi tesis eden kurum yönünden değerlendirme yapan Yüksek Mahkeme, MİT’in millî güvenliğin sağlanması ve korunmasında üstlendiği görev dikkate alındığında, millî güvenlik bakımından önemli kadrolarda çalışmak isteyenlerin diğer kişilerin tabi olmadığı bazı sınırlamalara tabi olmalarının, bu görevi ifa edenlerin görevin güven, itibar ve saygınlığının gereği olarak katı meslek ilkelerine tabi tutulmalarının normal olduğunu; kişilerin ulusal güvenlikle ilgili birimlerde çalışmayı seçmekle birlikte girmiş oldukları statü gereğince sivillere getirilemeyecek bazı sınırlamaların kamu hizmetinin aksamadan etkin şekilde yürütülmesi ve disiplinin tesisi için kendileri açısından uygulanmasını kabul ettiklerini; dolayısıyla millî güvenlik bakımından önemli kadrolarda istihdam edilecek personelde aranan nitelikler ve bu kişiler hakkında yasalarda öngörülen yükümlülük ile kısıtlamalar konusunda Devletin daha geniş bir takdir yetkisine sahip olduğunu ortaya koymuştur.

Millî güvenliğin korunması amacı doğrultusunda çok hassas ve istisnai bir görev icra eden başvurucudan duyulan şüphenin gerekçeleri ortaya konularak yasal dayanağı olan bir atama işlemine tabi tutulmasının makul ve gerekli kabul edilebileceğine değinen Anayasa Mahkemesi, söz konusu atama işleminin diğer kamu görevlilerine nazaran daha ağır sonuçlar da doğurabileceğine dikkat çekmiştir. Bu bağlamda kararda, tesis edilen işlemin gerekliliği ve nedenlerinin İdarece ortaya konulduğu, işlemin başvurucuya özgü somut koşullar dikkate alınarak tesis edildiği ifade edilmiştir. Yüksek Mahkeme, kararda, başvurucunun farklı bir kuruma naklen atanması işleminin, özellikle devlet sırlarının korunması kaygısı ve istihbarat görevinin gereklerinden kaynaklandığının anlaşıldığını; bu bakımdan İdarece takdir yetkisinin keyfî şekilde kullanıldığının ve gerçekleştirilen müdahaleyle takdir yetkisinin sınırlarının aşıldığının söylenemeyeceğini; dolayısıyla başvuruya konu olan atama işleminin belirli olay ile olgulara dayandırıldığını ve müdahalenin gerekliliğinin başvurucu özelinde bireyselleştirildiğini vurgulamıştır. Ayrıca kararda, idari ve yargısal organlar tarafından müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı konusunda ikna edici nitelikte ilgili ve yeterli gerekçelerin açıklandığına işaret edilmiştir.

Anayasa Mahkemesi; icra edilen görevin istisnai memuriyet niteliğinde olduğunu, başvurucunun kamu görevinin sonlandırılmadığını, memur olarak atandığını, intibakının yapıldığını ve uzmanlık kadrosuna atanamamasına ilişkin olarak derece mahkemelerince yapılan değerlendirmelerin keyfî olmadığını dikkate alarak müdahalenin öngörülen meşru amaçla ölçülü şekilde gerçekleştirildiği sonucuna varmıştır. Ayrıca Yüksek Mahkeme, atama işlemi nedeniyle oluşan uyuşmazlığın çözümüne olanak sağlamaya uygun yasal düzenlemelerin mevcut olduğunu, başvurucunun derece mahkemeleri önünde delillerini sunduğunu, iddiada bulunma ve savunma haklarını herhangi bir engellemeyle karşı karşıya kalmadan kullandığını ve yargılamanın makul bir süre içinde tamamlandığını ifade etmiştir.

Sonuç olarak somut olaydaki müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşulunu sağladığı kanaatine varan ve yargılamalarda usule ilişkin güvencelerin sağlandığını ifade eden Anayasa Mahkemesi, Anayasanın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının ihlal edilmediğine oybirliğiyle karar vermiştir.

Yüksek Mahkeme kararının tam metnine buradan ulaşabilirsiniz.