Hukuk sistemimizde zina, 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanununda hüküm altına alınmış ve uzun yıllar kocanın zinası ile kadının zinası olmak üzere iki farklı madde uyarınca suç olarak kabul edilmiş, bunun yanı sıra aile hukuku alanında da boşanma sebeplerinden biri olarak ele alınmıştır. Anayasa Mahkemesinin sırasıyla kocanın zinası ve kadının zinasına ilişkin eTCK’de yer alan hükümleri iptal etmesiyle birlikte zina hukuk sistemimizde suç olmaktan çıkarılmıştır[1].
Günümüzde zina eylemine ve buna bağlanan sonuçlara ilişkin hükümler 4721 sayılı Türk Medeni Kanununda düzenlenmiştir. Buna göre TMK’nin 161. maddesi uyarınca özel ve mutlak bir boşanma sebebi olan zina, TMK’nin 185. maddesinin 3. fıkrasında hüküm altına alınan sadakat yükümlülüğünün bir görünümü olan cinsel sadakat yükümlülüğünün ihlali niteliği taşımaktadır. Bu kapsamda zina eyleminde bulunulması hâlinde diğer eşin boşanma davası açma hakkı yanında koşulların oluşması hâlinde maddi ve manevi tazminat ile nafaka talep etme hakkı bulunmaktadır. Bununla birlikte, zina konusunda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 295. maddesine de değinmekte fayda vardır. Nitekim anılan Kanun maddesinde, elden bağışlamanın veya bağışlama sözünün geri alınmasına ilişkin “Bağışlanan, bağışlayana veya onun ailesinden bir kimseye karşı kanundan doğan yükümlülüklerine önemli ölçüde aykırı davranmışsa” düzenlemesine yer verilmiştir. Bu bağlamda aile hukukundan doğan yükümlülüklerin -örneğin sadakat yükümlülüğü- ihlal edilmesi, TMK’nin 510. maddesinde yer alan mirasçılıktan çıkarma sebeplerine benzer şekilde bağışlamanın geri alınması yönünden de önem arz etmektedir[2]. Söz konusu düzenlemede yer verilen önemli ölçüde aykırı davranma ifadesinden anlaşılması gereken, bağışlananın aile hukukundan doğan yükümlülükleri kasten ve hukuka aykırı olarak yerine getirmemesidir[3]. Kanundan doğan yükümlülüklerin önemli ölçüde yerine getirilmemesi her somut olayın özelliğine göre hâkim tarafından takdir edilecektir[4]. Bu doğrultuda öğretide, eşlerden birinin zinası, TBK’nin 295. maddesi uyarınca bağışlamanın geri alınması sebebine örnek olarak gösterilmektedir[5].
Zina, sadakat yükümlülüğünü ihlal eden bir davranış olarak kabul edilmekle birlikte, hukuki niteliğinin anlaşılabilmesi için esasen sadakat yükümlülüğünün niteliğinin tartışılmasında fayda görülmektedir. TMK’nin 185. maddesi, evlilik birliğinin kurulmasıyla birlikte eşlerin bu birlik içerisinde sahip oldukları hakları ve üstlendikleri yükümlülükleri belirlemektedir. Bu anlamda sadakat yükümlülüğü de eşler arasında evlilik birliğinin kurulmasıyla başlayan ve her iki eşin de birliğin devamı süresince riayet etmek zorunda oldukları bir yükümlülüktür. Bununla birlikte, sadakat yükümlülüğü ihlal edildiği takdirde ortaya çıkan maddi ve manevi tazminat taleplerinin yöneltileceği kişiler tartışmalı olduğundan sadakat yükümlülüğünün hukuki niteliğinin de belirlenmesi gerekmektedir. Zira eşlerden biri diğerinin kendisine sadık olmasını talep etme hakkına sahip olmakla birlikte, bu hakkın üçüncü kişilere karşı ileri sürülüp sürülemeyeceği -özellikle tazminat sorumluluğu açısından- önem taşımaktadır.
Hak kavramı, hukuk tarafından kişilere tanınan yetkileri ifade etmektedir. Özel hukuk alanında kabul edilen haklar ise bazı özelliklerine göre çeşitli gruplara ayrılmaktadır. Bu bağlamda hak sahibine temin ettiği yetkilerin kapsamı itibarıyla haklar mutlak ve nisbî haklar olmak üzere sınıflandırılmaktadır[6]. Mutlak haklar herkese karşı ileri sürülebilen ve herkesi bu hakları ihlal etmeme yükümü altına sokan haklarken; nisbî haklar ise yalnızca bir hukuki ilişki içerisinde belirli kişi ya da kişilere karşı ileri sürülebilen ve sadece bu kişiler arasında ihlal etmeme yükümü doğuran haklardır[7]. O hâlde, sadakat yükümlülüğünün mutlak veya nisbî bir hak olup olmadığının değerlendirilmesinde, evlenmenin hukuki mahiyetine değinmek gerekmektedir. Öğretide farklı görüşler ileri sürülmekle birlikte, hukukumuzda baskın görüş, evlenmenin kendine özgü bir aile hukuku sözleşmesi olduğu yönündedir[8]. Bu görüş doğrultusunda, evlenme ile birlikte eşler arasında kurulan evlilik birliği gereği eşlerin üstlendikleri yükümlülükler de -sözleşmeden doğan yükümlülük olmaları nedeniyle- nisbî haklardan kabul edilmektedir[9]. Bu durumda sadakat yükümlülüğü, sadece eşler arasında geçerli olan ve birbirlerine karşı ileri sürülebilen nisbî bir hak olup, eşlerden biri yalnızca diğerinden bu yükümlülüğü ihlal etmemesini talep edebilecektir. Bu durumda zina eylemi, eşlerden birinin diğerine karşı bu şekilde öne sürdüğü hakkın ihlal edilmesi anlamına gelmektedir.
Sadakat yükümlülüğünün hukuki niteliği ile ilgili tartışmalı bir diğer konu ise, eşlerden birinin sadakat yükümlülüğünü ihlal eden davranışının diğer eşin kişilik hakkını ihlal niteliği taşıyıp taşımadığına ilişkindir. Bahsi geçen sorun da esasen eşlerin tazminat sorumluluğu ile özellikle üçüncü kişilerin evlilik birliğine yönelik davranışlarının sonucu açısından önem arz etmektedir.
Berna Berfin KAYA
[1] Bkz. Anayasa Mahkemesinin 23.09.1996 tarih ve 1996/15 E. 1996/34 K. sayılı kararı, 27.12.1996 tarih ve 22860 sayılı Resmî Gazete (www.resmigazete.gov.tr) (E.T.: 01.09.2020); Anayasa Mahkemesinin 23.06.1998 tarih ve 1998/3 E. 1998/28 K. sayılı kararı, 13.03.1999 tarih ve 23638 sayılı Resmî Gazete (www.resmigazete.gov.tr) (E.T.: 01.09.2020).
[2] Ahmet M. Kılıçoğlu, Borçlar Hukuku Özel Hükümler, Ankara, Turhan Kitabevi, 2019, s. 202.
[3] Merve Yılmaz, Bağışlama Sözleşmesinin Sona Ermesi, Doktora tezi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul, 2011, s. 93.
[4] Aydın Zevkliler, K. Emre Gökyayla, Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, 15. Bası, Ankara, Turhan Kitabevi, 2015, s. 189.
[5] Zevkliler ve Gökyayla, Borç İlişkileri, s. 188; Fahrettin Aral, Hasan Ayrancı, Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş 11. Baskı, Ankara, Yetkin Yayınları, 2018, s. 251; Yılmaz, s. 122-123.
[6] Ahmet M. Kılıçoğlu, Medeni Hukuk, Tıpkı Ek 3. Basım, Ankara, Turhan Kitabevi, 2016, s. 50-52.
[7] Ali Naim İnan, Türk Medeni Hukuku, 3. Baskı, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2014, s. 88-89; M. Kemal Oğuzman, Nami Barlas, Medenî Hukuk, 23. Bası, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2017, s. 159; Kılıçoğlu, Medeni Hukuk, s. 52-55.
[8] Selâhattin Sulhi Tekinay, Türk Aile Hukuku, Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş 3. Bası, İstanbul, Sulhi Garan Matbaası, 1978, s. 64; Aydın Zevkliler, M. Beşir Acabey, K. Emre Gökyayla, Medeni Hukuk, 6. Baskı, Ankara, Seçkin Yayınları, 1999, s. 782; Bilge Öztan, Aile Hukuku, 6. Bası, Ankara, Turhan Kitabevi, 2015, s. 125; Kadir Berk Kapancı, Ahlaka Aykırı Bir Fiille Kasten Verilen Zararın Tazmini (TBK 49 II), İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2016, s. 104; Emel Badur, Gamze Turan Başara, “Aile Hukukunda Sadakat Yükümlülüğü ve İhlalinden Kaynaklanan Manevi Tazminat İstemi”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 65, S. 1, Ankara, 2016, s. 113; Serap Helvacı, Fulya Erlüle, Medeni Hukuk, 5. Bası, İstanbul, Legal Yayıncılık, 2018, s. 157; Mustafa Dural, Tufan Öğüz, Mustafa Alper Gümüş, Türk Özel Hukuku Cilt III Aile Hukuku, Gözden Geçirilmiş 14. Bası, İstanbul, Filiz Kitabevi, 2019, s. 47-48.
[9] Badur ve Turan Başara, “Sadakat Yükümlülüğü”, s. 113. Öğretide, eşlerden birinin diğerinden kendisine sadık kalmasını isteme hakkının “nisbî aile hakkı” olduğu yönünde görüş için bkz. Oğuzman ve Barlas, Medenî Hukuk, s. 159. Buna karşılık sadakat yükümlülüğünün nisbî bir hak olduğu ve aile hukukundan doğan sadık kalma yükümünün yaptırımsız bir “eksik yüküm” olduğu yönündeki görüş için bkz. Rona Serozan, “Evlilik Birliğinde Sadakat Yükümüne Aykırılıktan Ötürü Tazminat Talebine Yer Olabilir Mi?”, İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 15, S. 1, İstanbul, 2016, s. 452.