5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun md. 54/1-b uyarınca genel olarak Türk mahkemelerinin hangi uyuşmazlıklar yönünden münhasır yetkili sayıldığına ilişkin öğretide görüş birliği bulunmamaktadır.
İç hukukta kamu düzeni esasına göre getirilen bir yetki kuralının, MÖHUK md. 54/1-b uyarınca münhasır yetki kuralı sayılması için, o kuralla uyuşmazlığın mutlaka Türk mahkemelerinde çözümlenmesinin amaçlanması ve bunun için daima yetkili bir mahkemenin hazır bulundurulması gerekmektedir[1]. Bu bağlamda Türk hukukunda Türkiye’de bulunan taşınmazların aynına ilişkin davalar yönünden kabul edilen yetki kuralının münhasır yetki kuralı niteliğinde olduğu genel olarak kabul görmektedir[2]. Bu doğrultuda 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu md. 12/1’de yer alan “Taşınmaz üzerindeki ayni hakka ilişkin veya ayni hak sahipliğinde değişikliğe yol açabilecek davalar ile taşınmazın zilyetliğine yahut alıkoyma hakkına ilişkin davalarda, taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkilidir[3]” şeklindeki hüküm, Türk mahkemeleri yönünden hem iç hukukta hem milletlerarası hukukta kesin yetki kuralı olarak değerlendirilmektedir. O hâlde yabancı mahkemeler tarafından Türkiye’de bulunan taşınmazların aynına ilişkin verilen kararların tenfizi (veya tanınması) talebi, Türk mahkemelerinin münhasır yetkisi nedeniyle reddedilecektir[4].
Öğretide, taşınmazlar üzerindeki ayni hak davalarına ilişkin yetki kuralı dışında diğer kesin yetki kuralları yönünden, bu kuralların amacının uyuşmazlığın mutlaka Türk mahkemelerinde görülmesini sağlamak değil, yargı yoluna başvurmak isteyen taraf için ülkede her durumda yetkili bir mahkeme bulundurmak veya uyuşmazlığın taraflarından birini (genellikle zayıf taraf) korumak olduğu ifade edilmiştir[5]. Bu doğrultuda Şanlı, Esen, Ataman-Figanmeşe tarafından, yabancı bir mahkemece bu tür uyuşmazlıklar hakkında verilen kararların söz konusu amaca aykırı düşmesi durumunda, belirtilen kesin yetki kurallarının aynı zamanda münhasır yetki kuralı olduğu savunulmuştur[6].
Bahsedilen bu yorumdan hareketle bazı yazarlar, işçi-işveren arasındaki iş sözleşmelerinden doğan davalarda yetkili mahkemeyi belirleyen MÖHUK md. 44[7]; tüketici ile üretici veya satıcı arasındaki ilişkilerden doğan davalarda yetkili mahkemeyi belirleyen MÖHUK md. 45[8]; sigorta şirketleri ile sigortalı arasındaki sözleşmelerden doğan davalarda yetkili mahkemeyi belirleyen MÖHUK md. 46[9] hükümlerinin ya zayıf tarafı korumak ya da Türkiye’de her durumda yetkili bir mahkemeyi hazır etmek düşüncesiyle getirildiğini vurgulayarak, bu yetki kurallarının “sınırlı münhasır yetki kuralları” olarak kabul edilmesi gerektiğini belirtmişlerdir[10]. Örneğin Nomer ve Çelikel, Erdem, yabancılık unsuru içeren sigorta sözleşmesine ilişkin davalar bakımından milletlerarası yetkiyi düzenleyen MÖHUK md. 46 ile bu davalar yönünden yetki anlaşması yapılarak mahkemelerin milletlerarası yetkisinin bertaraf edilemeyeceğini düzenleyen MÖHUK md. 47/2 hükmünü birlikte değerlendirerek, zayıf taraftaki sigorta ettiren, sigortalı veya lehtarı korumak amacıyla sınırlı münhasır yetki kuralı getirildiğini ortaya koymuştur[11]. Buna karşılık Ekşi, MÖHUK md. 47’de düzenlenen yetki anlaşması hükmü kapsamında, maddenin 1. fıkrasında yer verilen “münhasır yetki” kavramı ile maddenin 2. fıkrasında düzenlenen “yetkinin tarafların anlaşmasıyla bertaraf edilememesi” durumunun birbirlerinden farklı olduğunu, MÖHUK md. 46 ve 47/2 birlikte değerlendirilerek sigorta sözleşmelerine ilişkin davalarda MÖHUK bakımından münhasır yetkinin kabul edildiğinin söylenemeyeceğini ifade etmiştir[12].
MÖHUK md. 44 ila 46 arasındaki hükümler yönünden işçi, tüketici ve sigorta ettiren, sigortalı ile lehtar lehine sınırlı münhasır yetki kuralı olduğu kabul edildiği durumda, anılan maddelerdeki uyuşmazlıklar yönünden yabancı mahkeme kararlarının Türkiye’de tanınması ve tenfizine ilişkin taleplerin MÖHUK md. 54/1-b uyarınca reddedileceği savunulmuştur[13]. Buna karşılık, bu yönde verilen kararlar korunan kişi yönünden ele alınarak, korunan kişi lehine yabancı mahkemede bir karar verilmiş olması ve korunan kişinin Türkiye’de tanıma veya tenfiz talep etmesi hâlinde, yabancı mahkemede aleyhine karar verilmiş olan tarafın münhasır yetkiye dayanarak tenfizin (ve tanımanın) reddini isteyemeyeceği ifade edilmiştir[14]. Ancak Doğan, öğretide ileri sürülen bu görüşlere katılmadığını, revizyon yasağı ilkesiyle bağlantılı olarak açıklamaktadır: “yabancı ülke mahkemesinin verdiği kararın maddî içerik olarak zayıf taraf lehine olmasını aramak, kararın esasına ilişkin herhangi bir değerlendirme veya inceleme yapma (révision au fond) yasağının ihlâl edilmesi demek olur[15]”.
Türk mahkemelerinin münhasır yetkili olduğu uyuşmazlıklar yönünden öğretide bazı yazarlar, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununda bazı icra ve iflas ilişkileri hakkındaki davalar (İİK md. 72/8, 89/3, 142/1, 154[16], 235/1, 258, 259)[17] ve 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu kapsamında patent, sınai tasarım, coğrafi işaret ve markanın tescil, terkin, tashih veya iptaline dair davalar[18] bakımından belirlenen yetki kurallarının münhasır yetki kuralı olduğunu ifade etmiştir[19]. Bu görüşte olan yazarlar, anılan kanunlarda belirlenen kuralların kamu düzeniyle yakından ilgili olduğunu, bu kurallarla yetkili kabul edilen Türk mahkemelerinin cebri icraya veya idari ya da kamusal nitelikteki kurallara istinaden yetkisini kullanarak karar verdiğini belirtmiştir[20].
Son olarak münhasır yetki kuralıyla ilgili tartışmalı bir diğer konu ise vesayet davalarına[21] ilişkindir. Öğretide, Yargıtayın eski tarihli kararlarında vesayete ilişkin uyuşmazlıklar yönünden Türk mahkemelerinin münhasır yetkili kabul edildiği, zira vesayet işlerinde Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisinin kamu düzeninden görüldüğü[22], ancak son yıllarda Yargıtay uygulamasının değiştiği; bu bağlamda Yüksek Mahkeme tarafından özellikle vesayetin yönetimi ile yönetim dışında kalan hususlarda bir ayrım yapıldığı ifade edilmiştir[23]. Yapılan bu ayrım doğrultusunda, vesayetin yönetimi ile ilgili kararların idari nitelikte olduğu, kazai nitelik ve ilam vasfı taşımadığından yabancı kararların tanınmasının mümkün olmadığı; buna karşılık vesayetin yönetimi dışında kalan hususlarda (vasi tayini dâhil) yabancı mahkemeler tarafından verilen kararların tanınıp tenfiz edilebileceği ifade edilmiştir[24].
Berna Berfin KAYA
[1] Cemal Şanlı, Emre Esen, İnci Ataman-Figanmeşe, Milletlerarası Özel Hukuk, 8. Bası, İstanbul, Beta Basım, 2020, s. 589; Begüm Şermet, “Tanıma ve Tenfiz Davalarında Kararı Veren Mahkemenin Yetkisinin Denetimi”, Galatasaray Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek lisans tezi, İstanbul, 2013, s. 5.
[2] Şanlı, Esen, Ataman-Figanmeşe, s. 589; Ergin Nomer, Devletler Hususî Hukuku, Yenilenmiş 21. Bası, İstanbul, Beta Basım, 2015, s. 515; Aysel Çelikel, B. Bahadır Erdem, Milletlerarası Özel Hukuk, 16. Bası, İstanbul, Beta Basım, 2020, s. 741; Nuray Ekşi, Yabancı Mahkeme Kararlarının Tanınması ve Tenfizi, 2. Baskı, İstanbul, Beta Basım, 2020, s. 192.
[3] T.C. Cumhurbaşkanlığı Mevzuat Bilgi Sistemi (https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.6100.pdf) (E.T.: 26.07.2021).
[4] 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu md. 12’de yer alan kesin yetkiye ilişkin hükmün milletlerarası hukukta münhasır yetki kuralı olarak kabul edilmesinin altında yatan sebebin yalnızca kamu düzeniyle açıklanamayacağı, uygulanacak hukuk kuralları ile mahkemelerin milletlerarası yetkisi arasındaki yakın ilişkinin bu kuralın münhasır yetki kuralı olmasına yol açtığına dair görüş için bkz. Ekşi, s. 192-193.
[5] Şanlı, Esen, Ataman-Figanmeşe, s. 590; Çelikel, Erdem, s. 743.
[6] Şanlı, Esen, Ataman-Figanmeşe, s. 590.
[7] Bu maddede düzenlenen yetki kuralının münhasır yetki kuralı olarak kabul edilmemesi gerektiği hakkındaki görüş ile bu görüşün aksine verilen Yargıtay kararının eleştirisi için bkz. Ekşi, s. 222-225; Emre Cumalıoğlu, “Yabancı Mahkeme Kararlarının Tanınması ve Tenfizi Bakımından Türk Mahkemelerinin Münhasır Yetkisi”, Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 3, S. 2, 2008, s. 442.
[8] Aksi yönde görüş için bkz. Cumalıoğlu, s. 442-443.
[9] 5718 sayılı MÖHUK md. 46’da getirilen düzenlemeden önce, HMK ile ilga edilen 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu md. 19’da sigorta sözleşmelerine ilişkin getirilen yetki kuralının münhasır yetki kuralı olup olmadığı hakkındaki tartışmalar için bkz. Çelikel, Erdem, s. 742; Nomer, s. 515, dn. 264; Şanlı, Esen, Ataman-Figanmeşe, s. 590, dn. 410; Ekşi, s. 210-212.
[10] Nomer, s. 514-516; Şanlı, Esen, Ataman-Figanmeşe, s. 590; Çelikel, Erdem, s. 743-744; Ebru Akduman, “Türk Mahkemelerinin Münhasır Yetkisi”, Terazi Hukuk Dergisi, C. 15, S. 163, 2020, s. 479.
[11] Nomer, s. 514, dn. 263; Çelikel, Erdem, s. 743.
[12] Ekşi, s. 219.
[13] Nomer, s. 516; Çelikel, Erdem, s. 743-744; Şanlı, Esen, Ataman-Figanmeşe, s. 590.
[14] Nomer, s. 516; Çelikel, Erdem, s. 743-744; Şanlı, Esen, Ataman-Figanmeşe, s. 590.
[15] Vahit Doğan, Milletlerarası Özel Hukuk, 6. Baskı, Ankara, Savaş Yayınevi, 2020, s. 128-129.
[16] İİK md. 154 hükmünde yer alan düzenleme bağlamında münhasır yetki konusundaki tartışmalar için bkz. Akduman, s. 473-474; Emre Esen, “Türk Hukukunda Yabancı Mahkeme Kararlarının Tanınması ve Tenfizinde Münhasır Yetki Kavramı”, Milletlerarası Hukuk ve Milletlerarası Özel Hukuk Bülteni, C. 22, S. 2, 2002, s. 199-200.
[17] Şanlı, Esen, Ataman-Figanmeşe, s. 590; Doğan, s. 127-128.
[18] Fikrî hakların hükümsüzlüğüne ilişkin davalar olarak adlandırılan bu davalar yönünden münhasır yetkinin kabul edilmesinin, bu davalar sonucunda değişecek sicil ve kayıtların kamu düzeniyle ilgili olması hakkındaki açıklamalar için bkz. Şermet, s. 40.
[19] Şanlı, Esen, Ataman-Figanmeşe, s. 590; Çelikel, Erdem, s. 741; Cumalıoğlu, s. 435-437.
[20] Şanlı, Esen, Ataman-Figanmeşe, s. 591; Çelikel, Erdem, s. 741; Esen, s. 202.
[21] Vesayet davalarında Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisine ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Doğa Elçin, “Vesâyet ve Kısıtlılık Kararı Verilmesine veya Sona Ermesine ve Vesâyetin Yürütülmesine Uygulanacak Hukuk, Türk Mahkemelerinin Milletlerarası Yetkisi ve Yabancı Mahkeme Kararlarının Tanınması”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 67, S. 2, 2018, s. 298-316.
[22] Çelikel, Erdem, s. 744; Doğan, s. 127. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2009 yılında vermiş olduğu bir kararında, vesayet işleri bakımından Türk mahkemelerinin münhasır yetkili olduğuna ilişkin görüşünü, “Dava, yabancı mahkemeden verilmiş vasi tayini kararını tanıma ve tenfizi istemine ilişkindir. Türk Medeni Kanunun 462.maddesine göre, maddede belirtilen hallerde vesayet makamının izni gerekmektedir. Yine aynı Yasanın 463.maddesine göre vesayet makamının izninden sonra denetim makamının da izni şarttır. Örneğin vesayet altındaki kişinin evlat edinmesi durumunda denetim makamının izni gerekmektedir. Eldeki davada vesayet makamı Köln Sulh Hukuk mahkemesi olup, denetim makamı da yine Alman Hukukuna göre belirlenecektir. Oysa bu husustaki Türk Mahkemelerinin yetkisi kamu düzeni ile ilgili olup kesin yetkidir. Bir an için aksi düşünülse bile bu defa yabancı mahkemeden verilen izin ve onayın yine Türkiye’de uygulanabilmesi için yeniden tenfiz veya tanınmasının yapılması gerekecektir. Bu durum yabancı mahkemenin verdiği her kararda yeniden ortaya çıkacaktır. O halde, Türk mahkemelerinin münhasır yetkili olduğu bir konuda yabancı mahkemece verilen kararın tenfizine ve tanınmasına karar verilemez” şeklinde ifade etmiştir. Yargıtay HGK’nin 08.07.2009 tarih ve 2009/2-280 E. 2009/326 K. sayılı kararı için bkz. Kazancı Hukuk Otomasyon (https://www.kazanci.com.tr) (E.T.: 26.07.2021). Söz konusu karara ilişkin öğretide ileri sürülen farklı görüşler hakkında bkz. Elçin, s. 326-328.
[23] Doğan, s. 127, dn. 114; Şanlı, Esen, Ataman-Figanmeşe, s. 593; Çelikel, Erdem, s. 744-745.
[24] Çelikel, Erdem, s. 745; Şanlı, Esen, Ataman-Figanmeşe, s. 593. Yargıtayın 2013 yılından sonra verdiği kararlarda vesayet ve kısıtlılık kararlarının tanınmasında, vesayetin yönetimi ile vasi tayini arasında yaptığı ayrıma ilişkin detaylı bilgi için bkz. Elçin, s. 329-332.