23 Mayıs 2020 tarih ve 31135 sayılı Resmî Gazete’de Anayasa Mahkemesinin 10 Mart 2020 tarih ve 2017/20669 başvuru numaralı Rıdvan Türan başvurusuna ilişkin kararı yayımlanmıştır.
Karara konu olayda, silahlı terör örgütüne üye olma, terör örgütü propagandası yapma, görevi yaptırmamak için direnme suçlarından Tekirdağ 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucu 24 Ekim 2016 tarihinde bir gazeteciye gönderilmek üzere mektup yazmıştır. Başvurucu, mektubunda, mektubun muhatabı olan gazetecinin zindanda kalan kendisi gibi tutsakların sorunlarını işlediğinden, Ceza İnfaz Kurumunda darbe girişimi öncesi çok kısıtlı olan haklarının tamamen elinden alındığından, sosyal ve sportif faaliyetlere katılmasına izin verilmediğinden, revir ve hastane sevklerine acil olma şartı getirildiğinden, kitaplarına sınırlama getirildiğinden, mektuplarının gönderilmediği gibi gelen mektupların da kendisine verilmediğinden, suç duyurusu dilekçelerinin ilgili yerlere ulaştırılmadığından, bulunduğu Ceza İnfaz Kurumuna sürgün olarak gönderildiğinden ve üç kişilik odalarda altı kişi kaldıklarından bahsetmiştir. Ayrıca başvurucu, kamuoyu oluşması için Ceza İnfaz Kurumunda yaşanan sorunlara gazetede yer verilmesi isteğini dile getirmiştir. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı, 31 Ekim 2016 tarihli kararıyla, anılan mektupla birlikte farklı kişilere ait olan toplam yirmi dokuz mektubun, kişi ve kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış ifadeler içerdiğinden bahisle sakıncalı olduklarını değerlendirmiş ve bu mektuplara el konulmasına karar vermiştir. Başvurucu, verilen karara karşı şikâyet yoluna başvurmuş; Tekirdağ 1. İnfaz Hâkimliği, başvurucunun şikâyetini Disiplin Kurulu kararında usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle reddetmiştir. Başvurucu, İnfaz Hâkimliğinin kararına itiraz etmiş, ancak Tekirdağ 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından itiraz da reddedilmiştir.
Başvurucu, bireysel başvurusunda, Ceza İnfaz Kurumunda karşılaştığı sorunlarının bilinmesi için bir gazeteciye yazdığı mektuba el konulduğunu, mektubun içeriğinde kişi ve kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgiler bulunmadığını, Ceza İnfaz Kurumunda karşılaştığı keyfî ve insan onurunu rencide eden uygulamalardan bahsettiğini, Disiplin Kurulu kararının yanlış olduğunu belirterek ifade ve haberleşme özgürlüklerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Adalet Bakanlığı, başvuruya ilişkin görüşünde, başvurucunun Ceza İnfaz Kurumunu zindan, kendisini ise tutsak olarak nitelediğini; sosyal, kültürel ve sağlıksal konularda haklarının tamamen kısıtlandığını iddia ettiğini; başka bir ceza infaz kurumundan bulunduğu yere gönderilmesini sürgün olarak tanımladığını belirtmiştir. Bakanlık, söz konusu ifadeler nedeniyle başvurucunun kişi ve kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış ifadeler içeren mektubunun muhatabına gönderilmemesine karar verilmesinin, Anayasanın 22. maddesi kapsamında kamu düzeninin korunması ve suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla ihtiyaç duyulan demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmadığına ve müdahalenin ulaşılmak istenen amaçla orantılı olduğuna değinmiş; ayrıca Disiplin Kurulu, İnfaz Hâkimliği ve Ağır Ceza Mahkemesi kararlarının ilgili ve yeterli gerekçeler içerdiğini ifade etmiştir. Bakanlığın görüşüne cevaben başvurucu, Disiplin Kurulu, İnfaz Hâkimliği ve Ağır Ceza Mahkemesinin gerekçelerinden farklı bir şey söylenmediğini; kullandığı ifadelerin kişi ve kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış ifadeler olmadığını; Bakanlık görüşünün demokratik toplum ölçüleriyle uyuşmayan, somut gerekçeler içermeyen ve soyut ifadelerle kendilerini haklı çıkarmaya çalışan bir beyan olduğunu iddia etmiştir.
Anayasa Mahkemesi, başvurucunun iddialarının bir bütün olarak haberleşme hürriyeti kapsamında incelenmesi gerektiğine karar vermiştir.
Yüksek Mahkeme, kararında, başvurucunun bir gazeteciye göndermek istediği mektubunda Ceza İnfaz Kurumu uygulamalarından bahsettiğini, buna karşılık Disiplin Kurulu kararında başvuruya konu mektup dâhil olmak üzere toplam yirmi dokuz mektubun sakıncalı bulunarak bunlara el konulduğunu; mektupların tamamının kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış ifadeler içerdiği iddia edilmesine rağmen her bir mektup için hangi ifadelerin neden sakıncalı görüldüğünün Disiplin Kurulu tarafından gerekçelendirilmediğini belirtmiştir. Mahkeme, başvuru konusu mektubun içeriğinde yer alan ifadelere yönelik müdahalede, mektuba özgü kabul edilebilir, makul gerekliliklerin somut verilere dayanılarak ortaya konulamadığını vurgulamıştır.
Sonuç olarak başvurucunun göndermek istediği mektubun alıkonulması suretiyle yapılan müdahalenin ilgili ve yeterli gerekçelere dayandırılmaması nedeniyle demokratik bir toplumda gerekli olmadığına kanaat getiren Yüksek Mahkeme, Anayasanın 22. maddesinde güvence altına alınan haberleşme hürriyetinin ihlal edildiğine, kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Tekirdağ 1. İnfaz Hâkimliğine gönderilmesine ve başvurucuya net 2.000 TL manevi tazminat ödenmesine oy birliğiyle karar vermiştir.
Yüksek Mahkeme kararının tam metnine buradan ulaşabilirsiniz.