1. Tanıma ve Tenfize İlişkin Sözleşme Hükümleri
1996 tarihli Velayet Sorumluluğu ve Çocukların Korunması Hakkında Tedbirler Yönünden Yetki, Uygulanacak Hukuk, Tanıma, Tenfiz ve İşbirliğine Dair Sözleşmenin[1] tanıma ve tenfize ilişkin kurallarında, yetkili yabancı makamların aldığı önlemlerin icrayı gerektiren önlemler ile icrayı gerektirmeyen önlemler olarak değerlendirildiği ifade edilmektedir[2]. Nitekim Sözleşmenin 23. maddesinin 1. fıkrası uyarınca genel kural -icrayı gerektirmeyen bir önlem olması hâlinde- taraf devlet makamlarınca alınan önlemlerin diğer tüm taraf devletlerde kanun gereği tanınması yönündedir[3]. Bu bağlamda bir önlemin tanınmasını talep eden kişinin, tanımaya ilişkin tanıma davası açmak gibi usullere başvurmasına gerek bulunmayıp; taraf devletin makamlarınca alınan önlem, diğer taraf devletlerde tüm hüküm ve sonuçlarını kanun gereği kendiliğinden doğuracaktır[4]. Bununla birlikte Sözleşme uyarınca aleyhine önlem alınmış taraf, söz konusu önlemin tanınmamasını sağlamak için gerekli olan prosedürlere (örneğin tanımanın reddi davası) başvurabilecektir[5].
Anılan maddenin 2. fıkrasında, tanımanın hangi hâllerde reddedilebileceği tahdidi olarak sayılmış olup, Sözleşmenin 26. maddesinin 3. fıkrasının yaptığı atıf nedeniyle tenfiz talebinin reddedilmesinde de bu sebepler geçerli olacaktır. Sözleşmede yer alan ret sebepleri, “önlemin, yargı yetkisi II. Bölümde belirtilen gerekçelerden birine dayanmayan makam tarafından alınması halinde; önlemin, acil durum haricinde, adli veya idari yargısal işlem bağlamında çocuğun dinlenilmesine fırsat verilmeksizin talep edilen Devletin temel usul ilkelerini ihlal edecek şekilde alınması halinde; acil durum haricinde, böyle bir önlemin şahsın dinlenilmesine fırsat verilmeksizin alınması halinde, önlemin velayet sorumluluğunu ihlal ettiğini ileri süren herhangi bir şahsın talebi üzerine; çocuğun üstün yararı göz önünde bulundurularak böyle bir tanımanın talep edilen Devletin kamu düzenine açıkça aykırı olması halinde; söz konusu önlemin, sonradan alınan önlemin talepte bulunulan Devlette tanıma için gereklilikleri yerine getirmesi durumunda, çocuğun mutat meskeninin bulunduğu Akit Olmayan Devlette sonradan alınan önlem ile bağdaşmaması halinde; 33. maddede belirtilen usule uygun olmaması halinde” şeklindedir[6].
Ancak önemle belirtmek gerekirse, maddenin lafzından da anlaşıldığı gibi, taraf devletlere bu konuda takdir yetkisi tanınmıştır. Bir diğer söyleyişle, tanımanın (veya tenfizin) reddedilebileceği hâllerde, taraf devletlere tanımayı (veya tenfizi) reddetmek konusunda bir zorunluluk getirilmemiştir.
Sözleşmenin 23. maddesinde her ne kadar kanun gereği tanıma düzenlenmişse de, Sözleşme, ilgililerin de tanıma talebinde bulunabileceğini hükme bağlamıştır. Nitekim Sözleşmenin 24. maddesine göre, ilgililer, taraf devlet makamlarınca alınan önlemin tanınması veya tanınmamasına ilişkin diğer taraf devlet makamlarına başvuruda bulunabilecektir. 24. madde uyarınca ileri sürülen tanıma veya tanımama taleplerinde usul, talepte bulunulan devletin hukuku uyarınca yerine getirilecektir. Ayrıca Sözleşme uyarınca tanımama talebi, o taraf devlette koruma tedbirinden doğan hak ve yetkilerin kullanılmaya başlanmasından sonra ileri sürülebileceği gibi; önleme amaçlı olması için henüz koruma tedbirine taraf devlette istinat edilmeden de ileri sürülebilecektir[7].
Yukarıda da belirtildiği üzere, koruma tedbirlerine ilişkin alınan bazı önlemler, başka bir taraf devlette icra edilmeyi gerektiriyor olabilir. Zira Sözleşmenin 23. maddesi uyarınca koruma tedbiri kararının kanun gereği kendiliğinden hüküm ve sonuçlarını bir başka taraf devlette doğurabilmesi için, o koruma tedbirinin gereklerinin diğer taraf devlette gönüllü olarak yerine getirilmesi veya koruma tedbirine karşı herhangi bir itirazın bulunmaması gerekmektedir[8]. Bu itibarla Sözleşmenin 26. maddesi uyarınca tenfiz yoluna başvurulması ihtiyacı ortaya çıkmaktadır[9]. Bu madde uyarınca, bir taraf devlette alınmış olup, bir başka taraf devlette icra edilmesi gereken önlemler (örneğin bir malın satışını öngören önlemler), ilgili tarafın talebi üzerine, icranın talep edildiği devletin hukukunda öngörülen usule uygun olarak tenfiz edilebilir[10].
2. Tanıma ve Tenfize İlişkin Hükümlerin Türk Hukukunda Değerlendirilmesi
A- Doğrudan tanıma usulü yönünden
1996 tarihli Lahey Sözleşmesinin uygulama alanı bulduğu konularda tanıma ve tenfizin ülkemizde ne şekilde gerçekleşeceği önemli hususlardan birisidir. Öncelikle belirtmek gerekirse, Sözleşmenin uygulama alanına giren konular hakkında Sözleşmeye göre yetkili taraf devlet makamları tarafından alınan kararların Türkiye’de tanınması ve tenfizi Sözleşmeye göre gerçekleşecektir. Buna karşılık, Sözleşmenin uygulama alanı bulmadığı hâllerde, taraf devlet makamlarından biri tarafından alınan koruma tedbiri kararlarının Türkiye’de tanınması veya tenfizi hususunda 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun maddeleri uygulanacaktır[11].
Yabancı devletlerin makamları tarafından verilen kararların, bir başka ülkede doğrudan hüküm ve sonuç doğurması şeklinde bir zorunluluk bulunmamaktadır. Zira milletlerarası hukukta, egemenlik hakkından kaynaklanan yetkilerin ve özellikle yargılama yetkisinin ülke ile sınırlı olduğu kabul edilmektedir[12]. Dolayısıyla ülkeler, yabancı devlet makamlarının verdiği kararların kendi ülkelerinde hüküm ve sonuç doğurabilmesini belirli bazı şartlara bağlayabilirler. Yabancı devlet makamlarının vermiş olduğu kararların bir başka ülkede sonuç doğurması ise tanıma ve tenfiz kavramları ile ilişkilidir[13]. Bu anlamda Türk hukukuna baktığımızda, yabancı mahkeme kararlarının ülkemizde hüküm doğurması, kararın niteliğine göre ya tanınması ya da tenfizi ile mümkün olmaktadır[14]. Nitekim MÖHUK’un 50 ve 58. maddelerinde yabancı mahkeme kararlarının tanınması ve tenfizine ilişkin şartlar ile tanıma ve tenfizde usul hüküm altına alınmıştır. Anılan hükümlere göre tanıma veya tenfiz talep eden kişiler mahkemeye başvurarak yabancı devlet mahkemelerince verilen bir kararın niteliğine göre ülkemizde tanınmasını veya tenfizini talep edecek; incelemeyi yapan mahkeme MÖHUK’un ilgili maddelerindeki şartlarını dikkate alarak duruma göre talebi kabul veya reddedecektir.
Yapılan bu açıklamalardan anlaşıldığı üzere, kural olarak MÖHUK’ta “kanun gereği kendiliğinden tanınma”, bir diğer ifadeyle “doğrudan tanıma” ile ilgili bir düzenleme yoktur. Buna karşılık milletlerarası anlaşmalarda tanıma ve tenfize ilişkin hükümlerde “doğrudan tanıma” kavramına yer verildiği görülmektedir. Bu durumda tanıma veya tenfize ilişkin bu hükümlerin ülkemizde ne şekilde uygulanacağı MÖHUK’un 1. maddesinin 2. fıkrasıyla ilgilidir. Anılan düzenleme gereği milletlerarası anlaşma hükümleri saklı tutulduğundan, Türkiye’nin taraf olduğu anlaşmalar uyarınca bu anlaşmaların konusuna giren hususlarda alınan kararların tanınması ve tenfizinde anlaşma hükümleri dikkate alınacaktır.
1996 tarihli Lahey Sözleşmesinde, genel kural -icrayı gerektirmeyen bir önlem olması hâlinde- taraf devlet makamlarınca alınan önlemlerin diğer tüm taraf devletlerde kanun gereği tanınması şeklindedir. Bu bağlamda, Sözleşmenin yürürlüğe girdiği 01.02.2017 tarihinden itibaren, Sözleşmenin konusuna giren hususlarda alınan koruma tedbiri kararları (örneğin velayet, çocuğun mallarının veya şahsının korunması için gereken tedbirler) bu yönde bir başvuru olmaksızın Türk hukukunda kendiliğinden tanınacaktır[15].
Sözleşmede her ne kadar “doğrudan tanıma” kabul edilmişse de, kararların “doğrudan tenfiz” edileceğine ilişkin bir hükme yer verilmemiştir. Bu durumda Sözleşme uyarınca taraf devlet makamları tarafından alınan kararın gereğinin yerine getirilmesi için bir başka taraf devletin icra organlarının harekete geçirilmesi gerekiyorsa, bu durumda tenfiz kararı için başvuru yapılması gerekmektedir. Önemle belirtmek gerekirse, Sözleşmenin 23. maddesi uyarınca koruma tedbiri kararının kanun gereği kendiliğinden hüküm ve sonuçlarını bir başka taraf devlette doğurabilmesi için, o koruma tedbirinin gereklerinin diğer taraf devlette gönüllü olarak yerine getirilmesi veya koruma tedbirine karşı herhangi bir itirazın bulunmaması gerekmektedir. Bu itibarla kanun gereği tanınan kararın gerekleri yerine getirilmemişse Sözleşmenin 26. maddesi uyarınca tenfiz yoluna başvurulması ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Sözleşme, taraf devletlerin hukukunda öngörülen tenfiz usulünün uygulanacağını belirttiğinden, Türk mahkemeleri, önlerine gelen taleplerde MÖHUK’ta yer alan tenfiz usulüne ilişkin maddeleri dikkate alacaktır[16]. Ancak Sözleşmenin uygulama alanı bulduğu hâllerde, taraf devlet makamlarınca verilen kararın tenfizi için açılan davada, Sözleşmede yer alan tenfiz şartlarına göre inceleme yapılacaktır. O hâlde tenfiz talebinin reddedilip reddedilmeyeceğine ilişkin inceleme yapılırken Türk mahkemeleri, Sözleşmede yer alan ret sebeplerini dikkate alacaktır[17].
B- Sözleşmenin 24. maddesindeki talepler yönünden
Yukarıda da ifade edildiği üzere, 1996 tarihli Lahey Sözleşmesinin 24. maddesinde, ilgililerin, taraf devlet makamlarınca alınan önlemin tanınması veya tanınmamasına ilişkin diğer taraf devlet makamlarına başvuruda bulunabileceği düzenlenmiştir. Anılan madde uyarınca ileri sürülen tanıma veya tanımama taleplerinde usul, talepte bulunulan devletin hukuku uyarınca yerine getirilecektir.
O hâlde Türk hukuku açısından maddeyi incelediğimizde, yabancı bir devlet makamı tarafından alınan koruma tedbiri kararının ilgililerce tanınması veya tanımaması talep edildiğinde, somut bir olayda Türk hukukuna göre değerlendirme yapılacağı sonucuna varılmaktadır. İlgilerin talebi hâlinde tanımaya ilişkin MÖHUK’un 58. maddesinde belirlenen usul uygulanacak; bir diğer ifadeyle Türk mahkemelerinde bağımsız bir dava açılacak veya devam eden bir yargılamada tanıma talebinde bulunulacaktır. Sözleşmenin uygulama alanına giren konularda yapılan bu tanıma taleplerinde, Sözleşmenin tanımaya ilişkin şartları dikkate alınacaktır[18].
Ancak “tanımama talebi” hukukumuza yabancı bir kavram olup bu konuda MÖHUK’ta herhangi bir düzenleme yer almamaktadır[19]. Bununla birlikte öğretide, bu talepler konusunda açıkça bir yasaklama da bulunmadığından, ilgililerin menfaatinin bulunması hâlinde tanımama talebinde bulunulabileceği belirtilmiştir[20]. Gerçekten de, Sözleşmenin esasının özellikle çocukların korunmasına yönelik olduğu ve birçok maddede çocuğun üstün yararının temel alındığı gözetildiğinde, alınan bir koruma tedbirinin tanınmamasında hukuki yararı olan kişilerin bu yöndeki taleplerinin -açık bir kanuni düzenleme olmasa da- karşılıksız bırakılmaması gerektiği kanaatindeyiz. Öte yandan 1996 tarihli Lahey Sözleşmesinin ülkemizde yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Sözleşmenin 24. maddesinin Türkiye açısından uygulanması mümkün hâle gelmiştir.
C- İdari makamların alacakları kararlar yönünden
1996 tarihli Lahey Sözleşmesi sadece adli değil, idari makamları da önlem alma konusunda yetkili kabul etmektedir. Bu nedenle yalnızca yabancı mahkemelerce değil, idari makamlarca verilmiş önlemler de -ret sebepleri bulunmadığı takdirde- tanıma veya tenfize konu olacaktır[21].
MÖHUK’un 50 ve 58. maddelerinde tanıma ve tenfize ilişkin getirilen kurallar, yabancı devletlerin adli makamlarınca alınan kararlara ilişkindir. Bu bağlamda tanıma veya tenfizi talep edilen bir kararın, yabancı bir egemenlik altında bulunan mahkemece verilmiş olması gereklidir[22]. O hâlde hukukumuzda kural olarak yabancı idari makamlarca verilen kararların tanınması ve tenfizi mümkün görülmemektedir[23].
Bununla birlikte iç hukukta veya MÖHUK’ta açıkça düzenlenen ya da milletlerarası anlaşmalarda açıkça kabul edilen hâllerde, yabancı idari makamlar tarafından verilen kararların tanınması ve tenfizinin istisnai olarak mümkün olduğu ifade edilmektedir[24]. İşte bu istinasi hâllerden birisi de 1996 tarihli Lahey Sözleşmesinde yer alan düzenlemelerdir. 01.02.2017 tarihi itibarıyla Türkiye’de yürürlüğe giren Sözleşme, MÖHUK’un 50 ve 58. maddelerine bir istisna getirerek, Sözleşmenin kapsamına giren konularda yabancı idari makamların aldığı koruma tedbirlerine ilişkin kararların hukukumuzda tanınması ve tenfizine cevaz vermektedir[25].
D- Geçici nitelikteki kararlar yönünden
1996 tarihli Lahey Sözleşmesi, iki durumda, çocuğun mutad meskeninin bulunduğu taraf devletin makamlarının izni olmadan koruma tedbirleri alınabileceğini düzenlemiş, ancak bunun için bazı şartların gerçekleşmesi gerektiğini düzenlemiştir. Buna göre Sözleşmenin 11. maddesinde, tüm acil durumlarda, çocuğun veya çocuğun mallarının topraklarında bulunduğu herhangi bir taraf devletin makamlarının, gerekli olan koruma tedbirlerini almakta yetkili olduğu düzenlenmiştir. Sözleşmenin 12. maddesine göre ise, Sözleşmenin 7. maddesine tabi olarak çocuğun veya çocuğa ait malların bulunduğu taraf devlet makamları, 5 ila 10. maddeler çerçevesinde yetkili olan makamlar tarafından alınan tedbirlere aykırı olmamak koşuluyla, çocuğun kişiliğinin veya mallarının korunmasına yönelik geçici nitelikte tedbirleri, kendi ülkeleriyle sınırlı olarak alabileceklerdir[26]. Bu bağlamda Sözleşmenin 11. maddesi acil durumların zorunlu kıldığı geçici koruma tedbirlerini, 12. madde ise ülkesel etkiye sahip geçici koruma tedbirlerini almada eş zamanlı yetkiyi düzenlemektedir[27].
MÖHUK’un 50 ve 58. maddeleri uyarınca, Türk hukukunda yabancı mahkeme kararlarının tanınması ve tenfizine ilişkin önemli bir şart, yabancı mahkemelerce verilen ve ilam niteliğini haiz bir kararın mevcut olmasıdır. Bu nedenle, yabancı bir mahkeme tarafından verilmiş olsa dahi, ilam niteliğini taşımayan kararların tanınması ve tenfizi MÖHUK uyarınca mümkün değildir[28]. Bu kararlara örnek olarak ara kararlar veya tedbir niteliğinde geçici kararlar gösterilebilir[29].
Buna karşılık Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası anlaşmalarda, geçici nitelikteki kararların tanınması ve tenfizi mümkün ise, Türk mahkemeleri anılan milletlerarası anlaşma hükümlerine göre tanıma ve tenfiz kararı verebilecektir[30]. Bu durumda 1996 tarihli Lahey Sözleşmesi kapsamına giren konularda alınan tedbir niteliğindeki kararların Türk hukukunda tanınması ve tenfizine ilişkin MÖHUK hükümlerine istisna getirildiği kabul edilmekte ve Sözleşmenin 11 ile 12. maddelerindeki kurallara göre yetkili olan taraf devlet makamlarınca alınan geçici tedbir niteliğindeki koruma tedbiri kararlarının Türk mahkemelerince tanınması ve tenfizinin mümkün olduğu ifade edilmektedir[31].
Berna Berfin KAYA
[1] Bundan böyle çalışmada 1996 tarihli Lahey Sözleşmesi olarak anılacaktır. Lahey Milletlerarası Özel Hukuk Konferansı(Hague Conference on Private International Law)nın resmî internet sitesinde yer alan Sözleşme metni için bkz. https://assets.hcch.net/docs/f16ebd3d-f398-4891-bf47-110866e171d4.pdf (E.T.: 25.01.2021).
[2] Cemal Şanlı, Emre Esen, İnci Ataman-Figanmeşe, Milletlerarası Özel Hukuk, 8. Bası, İstanbul, Beta Basım, 2020, s. 638.
[3] Aysel Çelikel, B. Bahadır Erdem, Milletlerarası Özel Hukuk, Yenilenmiş 16. Bası, İstanbul, Beta Basım, 2020, s. 297; Şanlı, Esen, Ataman-Figanmeşe, s. 638.
[4] Şanlı, Esen, Ataman-Figanmeşe, s. 638; Ayşe Elif Ulusu Karataş, “Velayet Sorumluluğu ve Çocukların Korunması Hakkında Tedbirler Yönünden Yetki, Uygulanacak Hukuk, Tanıma, Tenfiz ve İşbirliğine Dair 1996 Tarihli Lahey Sözleşmesi ve Türk Milletlerarası Özel Hukukuna Etkisi”, Milletlerarası Hukuk Bülteni, C. 37, S. 2, 2017, s. 979; Ayşe Kübra Altıparmak, “Velayet Uyuşmazlıklarında Yeni Bir Dönem mi? 1996 Tarihli Lahey Velayet Sözleşmesi Hakkında Bir İnceleme”, Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 6, S. 2, Eskişehir, 2020, s. 427.
[5] Çelikel, Erdem, s. 297; Şanlı, Esen, Ataman-Figanmeşe, s. 638.
[6] 22.05.2016 tarih ve 29719 sayılı Resmî Gazete, https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2016/05/20160522-2.pdf (E.T.: 25.01.2021).
[7] Şanlı, Esen, Ataman-Figanmeşe, s. 638; Ulusu Karataş, s. 983.
[8] Ulusu Karataş, s. 986; Altıparmak, s. 429; Nebahat Aybike Seyhan, “Milletlerarası Özel Hukukta Velâyet”, Yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa, 2018, s. 145.
[9] Şanlı, Esen, Ataman-Figanmeşe, s. 639.
[10] Şanlı, Esen, Ataman-Figanmeşe, s. 639.
[11] Ulusu Karataş, s. 987-988.
[12] Vahit Doğan, Milletlerarası Özel Hukuk, 6. Baskı, Savaş Yayınevi, Ankara, 2020, s. 110.
[13] Doğan, Özel Hukuk, s. 111; Şanlı, Esen, Ataman-Figanmeşe, s. 552.
[14] Şanlı, Esen, Ataman-Figanmeşe, s. 552.
[15] Ulusu Karataş, s. 989.
[16] Ulusu Karataş, s. 990; Çelikel, Erdem, s. 298.
[17] Şanlı, Esen, Ataman-Figanmeşe, s. 639.
[18] Ulusu Karataş, s. 991.
[19] Altıparmak, s. 428; Ulusu Karataş, s. 991.
[20] Altıparmak, s. 428; Ulusu Karataş, s. 991.
[21] Şanlı, Esen, Ataman-Figanmeşe, s. 639.
[22] Doğan, Özel Hukuk, s. 117.
[23] Şanlı, Esen, Ataman-Figanmeşe, s. 568.
[24] Doğan, Özel Hukuk, s. 118.
[25] Çelikel, Erdem, s. 297; Ulusu Karataş, s. 992-993; Altıparmak, s. 429.
[26] Şanlı, Esen, Ataman-Figanmeşe, s. 173, dn. 145.
[27] Ulusu Karataş, s. 944.
[28] Ulusu Karataş, s. 993.
[29] Şanlı, Esen, Ataman-Figanmeşe, s. 568.
[30] Doğan, Özel Hukuk, s. 121, dn. 109; Ulusu Karataş, s. 994.
[31] Ulusu Karataş, s. 994; Altıparmak, s. 429.